2014 yılına girerken...

Diyarbekirli terzi rahmetli Niyazi Usta “Ortadoğu’da bilimin, diyalektik değişim ve gelişmenin değil, Allah’ın dediği olur” derdi.

27.01.2014, Pts - 06:35

2014 yılına girerken...
Haberi Paylaş
Diyarbekirli terzi rahmetli Niyazi Usta “Ortadoğu’da bilimin, diyalektik değişim ve gelişmenin değil, Allah’ın dediği olur” derdi. Öyle midir, bilmiyorum. Ama bölgemizde yaşanan siyasal hareketliliğin hızına yetişmek mümkün değil. Herhangi bir gelişmeyi anlamaya çalışırken, bakıyorsunuz bir yenisi patlak vermiş...

Bir dönem birlikte olan, can ciğer kuzu sarması güçlerin, herhangi bir olay karşısında şaşırtıcı bir biçimde karşı saflarda yer aldıkları yaşanan deneylerden bilinen, bölgemizin bir başka gerçeğidir.

Ortadoğu dinamik olduğu kadar kaygan olan, ırkçı-şoven diktatörlüklerin onlarca yıl iktidarda kaldıkları, halka kan kusturdukları bir bölge. Bu durumun temel nedeni, defalarca dile gitirildiği gibi bölgedeki sınırların halkların iradesi hilafına emperyalistler ve yerli işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda çizilmesidir. Emperyalist devletlerin bölgede bulunan zengin petrol ve doğal gaz yataklarını kontrol etmek amacıyla tutuştukları hegemonya savaşlarıdır. Bu nedenle Ortadoğu’daki değişimler çok sancılı, çatışmalı ve kanlıdır, aşırı derecede dış etkilere açıktır.

Bölgenin bu ve benzeri tarihsel özellikleri dikkate alınmadan, bölgedeki değişimleri anlamak bir hayli zordur.

Ortadoğu bölgesinde siyasal gelişmeleri şekillendiren, yön veren faktörlerden birisi Şii-Sunni eksenleri arasındaki çatışma ve gerginlikler ile bunların uluslararası destekçilerinin kendi arasındaki ilişkileridir.

Taraflar arasında bazı geçici uzlaşmalar yaşansa da çatışma olanca hızıyla devam ediyor.

Sünni eksenin iki önemli unsuru olan Katar ve Suudi Arabistan’ın Mısır’daki askeri darbeye yönelik farklı tavır almaları, Suudi Arabistan darbeyi desteklerken Katar’ın karşı çıkması, bu eksende küçük çapta bir kriz yarattı.

ABD ile birlikte askeri darbeyi destekleyen Suudi Arabistan, ABD’nin İran ile “sıcak ilişkisi”ne tepki göstermek amacıyla BM Güvenlik konseyi Gecici üyeliğini reddetmekle kalmadı, ABD ile yaptığı silah anlaşmalarını gözden geçireceğini söyleyerek tehditler savurdu.

Elbette Sünni cephede yaşanan bu küçük çaplı krizin büyüyüp başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin ABD’nin yörüngesinden çıkıp Rusya ve Çin’in periferisine girmesine yol açmayacak. Ama kısa dönemde bazı önemli sonuçları olacaktır. Çünkü “Arap Baharı”nın önemli dinamiklerinden birisi olan Müslüman Kardeşlerin durumunu zayıflatacak, Şii cephesinin elini güçlendirecek, manevra alanını genişletecektir.

Mısır’daki askeri darbe aynı zamanda bölgedeki Müslüman Kardeşlere de vuruldu. Mısır gibi Arap aleminde güçlü bir ülkeyi yöneten Müslüman Kardeşlerin iktidardan uzaklaştırılması, diğer ülkelerdeki Müslüman Kardeşler örgütlerinin pozisyonlarını zayıflattı. Ki bunların başında Suriye geliyor. Müslüman Kardeşlerin bölgede mevzi kaybetmesinden en çok kazançlı çıkan ise Suriye BAAS rejimi.

İç savaşın tüm hızı ve vahşetiyle devam ettiği Suriye’de beklentilerin aksine BAAS diktatörlüğü yıkılmadığı gibi, dış destekçilerinin yardımıyla giderek güçleniyor. ABD ve Rusya’nın Suriye BAAS rejimi elindeki kimyasal silahların BM gözetiminde imhasında uzlaşmaları ve bu doğrultuda çalışmaların başlaması, Suriye’ye yönelik dış müdahale seçeneğini kısa sayılmayacak bir dönem için gündemden düşürdü. Kimyasal silahların imhası konusunda varılan uzlaşmanın BAAS rejiminin ömrünü uzattığı, Beşar Esad’ın muhalifleri karşısında elini güçlendirdiği bir gerçek.

BAAS’ın kazanç hanesine yazılacak bir diğer gelişme ise, önümüzdeki yılın ılk günlerinde yapılması planlanan Cenevre-2 toplatısında BAAS diktötörlüğünün egemen bir güç olarak ve kayıtsız şartsız yer almasının gündemde olmasıdır.

Kimyasal silahların imhası konusunda Rusya ile ABD arasında varılan uzlaşmanın BAAS rejiminin ömrünü uzattığı, Beşar Esad’ın muhalifleri karşısında elini güçlendirdiği bir gerçek. Ama BAAS’ın kazandığı bu “başarı” geçici ve uzun dönemde BAAS rejimi aleyhine olacaktır. Çünkü, BAAS’ın kendini BM’nin denetimine açması, diktatörlük için sonun başlangıcıdır.

BAAS rejimin işini kolaylaştıran bir başka etmen ise Suriye muhalefetinin zayıf ve parçalı yapısıdır. Radikal İslami güçlerin giderek güç kazanmasıdır.

Bölgede Müslüman Kardeşlerin güç yitirmesinden ve Sünni cephede yaşanan görüş ayrılıkları ve farklı tavırlardan olumsuz yönde etkilenenlerden birisi de Suriye muhalefetidir. Çünkü Müslüman Kardeşler bu muhalefetinin omurgasını oluşturmaktadır.

BAAS karşıtı muhalefeti zayıflatan bir başka önemli etmen ise, Kürd sorunu konusundaki tavrı nedeniyle Kürdlerin güvenini kazanamamasıdır. Öyle ki Suriye muhalefeti içinde yer alan bazı güçler şövenlik konusunda BAAS ile yarışıyorlar.

Muhalefetin bu yapısı sadece BAAS’ın işine gelmiyor, aynı zamanda radikal İslami güçlerin daha etkili olmalarına yol açıyor. Kelle kesen, insan kalbini çıkartıp yiyen, Hıristiyanlara ait dini mekanları yakıp yıkan Radikal İslami gurupların güçlenmesi ise, Suriye’ye uluslararası müdahale konusunda kaygısı bulunan Batılıların çekimserliğini daha da artırıyor. Arap ve müslüman olmayan toplumsal gurupları BAAS’a daha çok yakınlaştırıyor, Batılıların Suriye’ye yönelik politik suskunluklarına gerekçe oluşturuyor ve dolaylı yoldan BAAS rejiminin elini güçlendiriyor.

Bölgede dikkat çeken bir başka önemli gelişme ise, İran’ın bölgedeki pozisyonunu güçlendirmek amacıyla atağa kalktığıdır.

İran Pasdarlarının Suriye’nin önemli stratejik yerlerinde konuşlanması ve çatışmalara katılmasının yanı sıra, İran’ın yönlendirmesi ve kontrolü altında bulunan Lübnan Hizbullah\"ı da önemli oranda Suriye’ye güç yığdı. Özellikle Suriye-Lübnan sınırında Hizbullah ile radikal İslami guruplar arasında büyük vekalet çatışmaları yaşanıyor.

İran’ın bölgedeki faaliyetleri sadece bunlar değil. İran, PKK-PYD ile Maliki’yi bir arada getirdi ve böylece Suriye’ye yönelik İran-Maliki Bağdat’ı, PKK-PYD, BAAS ve Lübnan Hizbullah’ından oluşan zincir tamamlanmış oldu. Bu zincirin ilk eylemi, ilk başarısı ise Suriye-Irak arasındaki Tıl Koçer-Rabia kapısının PYD’nin eline geçmesidir. PYD-PKK propagandalarının aksine, PYD söz konusu kapıyı kendi gücü ile ele geçirmedi. Bağdat yönetimi ile iyi ilişki içinde olan Sünni Şemmer aşireti, Irak ve Suriye ordusunun yardımıyla ele geçirdi.

Bazı Kürd illerini emaneten PYD’nin kontrolüne veren BAAS diktatörlüğü, defalarca Suriye Kürdlerine otonomi verilebileceğini söyledi. İran ve Maliki Bağdat’ı da PKK-PYD’nin Suriye politikasını destekliyorlar. İran, Maliki ve BAAS rejimi, bu desteklerine karşılık olarak MİT-İmralı diyalogu ile başlayan sürecin durdurulmasını, PKK’nin yeniden fabrika ayarlarına dönmesini istiyorlar.

PKK içinde İran’a en yakın kişi olarak bilinen Cemil Bayık’ın KCK Eşbaşkanı olması, İran ve müttefiklerinin işini kolaylaştıran, hedeflerine varmasına yarayan bir unsur olarak düşünmek mümkün ama bu konudaki son kararın Öcalan tarafından verileceğini unutmamak gerekir.

Öcalan ise şu anda örgütünü Şii cephesinden kopartmayı, onu Sünni cephesi ile uyumlu hale getirmeyi hedefliyor. Newroz mesajında İslam ümmetinden bahsetmesi, son olarak İslam kongresi önermesinin nedenlerinden biri de budur.

Şu anda Öcalan örgütüne hakim görünüyor. Ama MİT-İmralı süreci ilerlemez, Suriye’de BAAS, PYD, İran ve Maliki ittifakı başarı kazanırsa, İran’ın etkisi giderek güçlenir ve Türkiye’de çatışmaların yeniden başlama riski giderek artar.

İran’ın bölgede başlattığı atak sadece bunlarla sınırlı değil. İran, Güney Kürdistanlı siyasi yapılarla olan ilişkilerini de kullanarak Güney’deki siyasal hayata, yeni hükümetin oluşturulmasına müdahalede bulunuyor. Ne yazık ki bu müdahalesini gizleme gereği duymuyor, pervasızca, el alemin gözü önünde yapıyor. İran, Güney Kürdistan’da PKK-Goran ve YNK’yi de bir araya getirmek için çaba sarf ediyor.

İran bu ve benzeri çabalarıyla iki önemli hedefini gerçekleştirmek istiyor. Bunlardan birisi İran-Güney Kürdistan sınırında kontrolün sağlanmasında söz sahibi olmak ve böylece Güney’de bulunan Doğu Kürdistanlı örgütlerin İran’a yönelik faaliyetlerinin önüne geçmek. Ötekisi ise Türkiye ile Güney Kürdistan arasındaki ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkileri zayıflatmak.

Tüm bunların yanısıra İran uluslararası arenada da atağa geçmiş bulunuyor. İran İslam Cumhuriyeti, rejimin sadık koruyucularından birisi olan “Ilımlı” Ruhani’nin devlet başkanlığına seçilmesi, nükleer programını uluslararası denetime açması ve bu konuda 5 1 ülkeleri ile yaptığı anlaşma nedeniyle uluslararası kamuoyunda olumlu tepkiler alıyor. Kamuoyunda İran’da reformların yapılacağına dair bir umut oluşmuş bulunuyor. Benzeri durum Hatemi Devlet Başkanı seçildiğinde de yaşanmıştı. Hatemi’nin başına neler geldiği biliniyor. Ruhani’yi de aynı akibetin beklediğini söylersem, haksızlık yapmış olmam. Çünkü İran İslam Cumhuriyeti “vilayet-i feqih” sistemince yönetilmektedir. Bu sistemde dini liderin söylediği, her türlü kanun ve kararın üstündedir. Bir başka ifade ile devlet başkanı, meclis ve hükümet ne kadar ileri ve reformcu kararlar alırlarsa alsınlar, son söz dini lidere, an itibari ile Hamaneyi’ye aittir. Ruhani ve ekibinin son “başarısı” ise, Hameney’in desteğini aldıklarından dolayıdır.

Bunun yanısıra, İran’ın siyasi yaşamında güçlü bir Batı ve ABD karşıtı damarın bulunduğunu unutmamak lazım. Bunun nedeni ise adı geçen güçlerin petrolü kamulaştırmak isteyen Musaddık’ı askeri darbe ile devirmeleri ve yıllarca şah diktatörlüğün desteklemeleridir.

İran’ın yönü Batı’ya dönük olmadığını, özellikle Humeyni’nin iktidara gelmesinden sonra Şii dünyasının liderliğine oynadığını da akılda tutmak gerekir. Aynı zamanda ülke ekonomisinde de söz ve karar sahibi olan Besiç (milis), Pasdaran (devrim muhafızları) gibi paramiliter yapıların, “radikal, şahin” kanadı oluşturdukları, doğrudan dini lidere bağlı bulundukları ve her zaman reforma karşı çıkıp, değişim isteyenlerin üzerine vahşice saldırdıkları da gözönünde tutulmalıdır.

Tüm bu ve benzeri nedenlerden dolayı “Ruhani’nin ülkesinde ve uluslararası kamuoyunda oluşan beklentileri karşılaması, köklü reformlar yapması mümkün değildir” demek, elbette siyaseten doğru değil, ama beklentilerin karşılanması ve reformların hayata geçirilmesi bir hayli zordur.

Ülkemizde yaşanan bir başka önemli gelişme, Güney Kürdistan’da yapılan ve her kesimin kendi kimliği ve programı ile katıldığı parlamento seçimleridir. Demokrasinin galip geldiği seçimlerden Kürdistan Demokrat Partisi-PDK birinci parti olarak çıktı ve yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi.

Bölgededeki siyasal gelişmeler, Bağdat-Hewlêr arasındaki sorunlar ve gerginlikler Güney Kürdistan’da geniş tabanlı bir hükümeti gerekli kılıyorsa da, bunun kolayca gerçekleşeceğini, Kürdistan Parlamentosu’nda temsil edilen tüm siyasi yapılar hükümette yer alacaklarını açıklamalarına rağmen, söyleyemeyiz. Çünkü Güney Kürdistan’daki toplumsal ve siyasal sorunlara, bölge ülkeleri ile ilişkilere, merkezi hükümetle yaşanan gerginliklere, Suriye ve Suriye Kürdistanı’na yönelik tavır ve benzeri önemli konulara ilişkin olarak, taraflar arasında derin görüş ayrılıkları var. Özcesi, önümüzdeki dönem Güney Kürdistan’ı yeni hükümeti oluşturma konusunda yapılacak zorlu pazarlıklar, yeni ittifaklar bekliyor.

Güney Kürdistan’daki seçim sürecinde yaşanan ve bahsedilmeyi hak eden bir başka gelişme ise PKK-PÇDK’nin başarısızlığıdır. Bilindiği gibi daha önceki seçimlerde Öcalan’ın emri doğrultusunda kurulan Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) değişik nedenlerden dolayı seçimlere katılmamış, katılmasına izin verilmemişti. PKK-PÇDK çevresi bu durumu “başarımızdan korkuyor, bu nedenle bizi englliyorlar” diyerek propaganda malzemesi haline getirmişlerdi. PÇDK’nin 2013 Eylülünde yapılan seçimlerde aldığı 3 bin küsür oy, bu konuda yaptıkları propagandanın, hamasi söylemlerin ne kadar boş ve temelsiz olduğunu ortaya koydu.

Türkiye de bozulan ilişkileri onarmak amacıyla Irak\"ta atağa geçti.

Türkiye, geçmişte Irak genel seçimleriyle cumhurbaşkanlığı seçimine doğrudan müdahale etti, hakkında tutuklama kararı bulunan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’ye kol kanat gerdi. Suriye’de BAAS\"a karşı mücadele eden Irak kökenli radikal İslami guruplara kolaylık gösterip destekleyen Türkiye, Güney Kürdistan hükümetiyle ilişkilerini de üst düzeye çıkarttı. Tüm bu ve benzeri gelişmeler, Ankara-Bağdat ilişkilerini kopma noktasına getirdi. TC, şimdi bu ilişkileri düzeltmek için çabalıyor.

Diğer yandan Türkiye Bağdat’ın tepkisini çeken Güney Kürdistan ile ilişkilerini de geliştiriyor. Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’yi Diyarbekir’de karşılıyor, Güney Kürdistan hükümeti ile gaz ve petrol anlaşması imzalıyor. Kürdistan Bölgesi Peşmerge Bakanlığı\"nın NATO toplantısına çağrılmasını, en azından veto etmiyor.

Kuşkusuz Barzani\"nin Diyarbakır ziyareti, imzalanan petrol gaz anlaşması ve Peşmerge Bakanlığı\"nın üyesi olmadığı NATO toplantısına katılmasının orta vadede bölgede ve Kürdistan\"da önemli sonuçları olacaktır. Bu, Güney Kürdistan\"a verilen önemli bir destektir ve Hewlêr\"in Bağdat’a karşı elini güçlendirecektir.

Güney Batı Kürdistan’daki (Suriye Kürdistanı) gelişmeler ne yazık ki iç açıcı değil ve Güney Kürdistanlı örgütler arasındaki ilişkiler başta olmak üzere, Kürdistanlı güçler arasındaki ilişkileri etkiliyor, gerginlikler yaşanmasına yol açıyor.

Suriye Kürd Ulusal Meclisi (ENSK) ile Batı Kürdistan Halk Meclisi (EGRK) arasındaki problemler, Kürd Yüksek Konseyi-DBK’nın işlevsiz kalması ve Hewlêr Anlaşması’nın hayata geçirilmemesinin yol açtığı sorunlar yetmemiş gibi, PYD’nin kendi çevresiyle birlikte “Geçici Yönetim” ilan etmesi, gerginliklerin artmasına neden oldu.

Kuşkusuz Suriye Kürdistanı’nda yaşanan gerginlik ve olumsuzluklardan sadece PKK-PYD’yi sorumlu tutmak haksızlık olur. Güney Batı Kürdistan’ın dış müdahalelere açık olması, Güney Kürdistan’daki siyasi çekişmelerden direkt etkilenmesi, ENSK’nin kendi iç yapısından kaynaklı karar üretemeyip nisbeten işlevsiz kalması gibi faktörlerin etkisi inkar edilemez. Ama temel neden PKK-PYD çizgisinin kendisini dayatan, kendi dışındaki güçleri yok sayan ve onların faaliyetlerini engelleyen tavrıdır.

Bazı önemli sıkıntılar yaşansa da MİT-İmralı diyaloğu ile başlayan süreç devam ediyor. Daha önce defalarca dile getirilen sıkıntıların yanına bir de provokasyonlar eklendi. Gever’de ilki yaşanan provokasyonlar, eğer önümüzdeki dönemde ciddi tedbirler alınmazsa süreci sona erdirebilir.

Gever’de gerillalara ait mezarları yıkan ellerin kimliği ne olursa olsun, bu provokasyonun arkasında savaş yanlılarının olduğuna kuşku yok. Amaç şehid, mezar gibi kutsiyeti olan konularla galeyana getirilen halkı sokağa çekip güvenlik güçlerinin hedefi haline getirmek, gerginliği artırıp çatışmaların başlamasını sağlamaktır.

Elbette provokasyonları önlemek herşeyden önce AK parti hükümetinin vazifesi. Hükümetin mezarlığı tahrip edenlerle, halka ayrım gözetmeden ateş açan görevlileri tespit edip gerekli işlemleri yapması, sonraki provokasyon çabalarını engeller. Bunun yanısıra biz Kürdlere özellikle PKK çevresine düşen görevlerin de bulunduğunu unutmamalıyız. Tepkilerimizi dile getirirken, taleplerimizi haykırırken şiddetten uzak durmalı, şiddete başvuranları kendi içimize almamalı ve tecrit etmeliyiz.

Kısaca söylemek istersek... Önümüzdeki dönemde başta Kuzey Kürdistan olmak üzere, Batı, Güney ve Doğu Kürdistanı zorlu ve karmaşık bir süreç bekliyor. Güney Kürdistan’da sorunsuz, güçlü yeni bir hükümet kurulabilecek mi? Kürdler Bağdat’a karşı ortak bir tavır oluşturabilecekler mi? Suriye’de Kürdler, dış etkilere direnerek, PYD’nin kendini dayatan, sekter ve tekçi anlayışını aşarak işbirliklerini sağlayabilecekler mi? Doğu Kürdistanlı örgütler Ruhani’nin seçilmesiyle birlikte uluslararası planda şirin gözükmeye başlayan İran’ın oyunlarını boşa çıkartabilecekler mi? İran, Suriye ve Maliki Irak’ı ve uluslararası destekçilerinin tüm baskı ve planlarına karşı, MİT-İmralı diyalogu ile başlayan çatışmazlık devam edecek mi?

Kürdistan Ulusal Kongresi’nin oluşturulması, tüm bu ve benzeri sorunların çözümünde olumlu bir rol oynabilirdi, eğer oluşturulsaydı.

Ulusal Kongre konusunda yapılan çalışmalar, tartışmalar ve engellerin önemli bir bölümü basına yansıdığı için biliniyor. Onları tekrar etmenin gereği yok.

Kongrenin toplanması üçüncü kez bilinmeyen bir tarihe ertelendi. Erteleme nedenlerinin başında komşu devletlerin baskısı geliyor. Başlangıçta Kürdistanlı partilerin barış taleplerini dile getirecekleri bir toplantı olarak görülen ulusal kongre hazırlık toplantılarında, kendi kaderini tayin hakkı, sınırın belirlenmesi, bayrağın tesbiti, ulusal kongre başkanının belirlenmesi gibi, milli konular da gündeme gelince sömürgeci devletlerin rahatsızlıkları daha da arttı.

Elbette kongrenin toplanmamasının tek nedeni sömürgeci devletler ve onların engelleme çabaları değil. Suriye Kürdistan’daki gelişmeler, Suriye Kürd örgütleri arasındaki gerginlikler ve bu gerginliklerin özellikle Güney Kürdistan ile olan ilişkileri, Kürdistan Bölge Başkanlığı ile PKK-PYD arasında yaşanan gerginlikler, sınır kapısının kapatılması, kongreye katılacakların oranı ve kongre sonrası yapı konusundaki farklı görüşler de toplanmama konusunda etkili oldular.

Ulusal kongrenin toplanmasına mani olan sorunlar çözüme kavuşturulmuş değiller, bazıları olduğu gibi duruyor. Bu nedenle kısa dönemde içeriğine uygun bir ulusal kongrenin toplanacağını beklemek, aşırı iyimserlik olur. Ama hiç bir güce veto uygulanmadan toplanacak bir Kürdistanlı Partiler Konferansı daha makul ve gerçekci olmasının yanısıra ulusal kongrenin toplanmasının yolunu da açar.

Ulusal kongre kısa vadeli, bencil ve dar parti çıkarlarına kurban edilmeyecek bir konudur. Ulusal kongrenin başarıyla toplanması için, hamasetten uzak durmak, kendi dışındaki güçlerin varlığını kabul etmek, iş ve güçbirliğine hazır olmak, başta gelen şartlardandır.

Kolayca anlaşılacağı gibi 2014 yılı bizler için hiç de kolay geçmeyecek bir yıl. Ama 2014’ü kazanç yılı haline getirmek Kürd siyasetinin elinde. Yapılması gereken tek şey ise, dünyadaki ve bölgedeki gelişmeleri iyi okumak, adımlarımızı gelişmelere uygun hale getirmek, çağın değerlerini ön plana çıkartıp, çağdaş yol ve yöntemlerle mücadeleyi devam ettirmektir.
Nerina Azad
Bu haber toplam: 6803 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:18:16:05
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x