Bir kürdün Türküsü; İhsan Aksoy

İhsan Aksoy tanıdığım kuzeyli Kürdler arasında anılarımda kalıcılaşan, hep özel bir yere sahip olan bir siyasi şahsiyetimizdi. O tecrübeleriyle, acılarıyla, esprileriyle, nağmeleriyle hep Kürdlüğe has olan medeniyet, usul, ahlak, etik dolu başkaldıran Kürdün asil türküsüydü.

Yekta Uzunoğlu

05.12.2017, Sal | 12:50

Bir kürdün Türküsü; İhsan Aksoy
Makaleyi Paylaş

Prag yakınlarında ormanlık alandaki evimde ülkemden ve insanlarımdan çok uzaktalarda nerdeyse bir ömür boyu süren sürgün hayatım “yaşıyorum”. Yeni teknolojinin sağladığı facebook aracılığıyla insanlarımla, dostlarımla ancak bağlantı kurabiliyor, haberleşebiliyorum.Takriben iki hafta önce de sayfamı açtığımda İhsan Aksoy’un eller üstündeki bedenini, taşınan cenazesini gördüm.

Doğduğum memleketim Silvan’da dünyayı algılamaya başladığım dönemden itibaren, ergenlik dönemine girmeden insan ilişkilerini algılamaya başlamıştım. Bu dünyada çok değişik şartlarda, ortamlarda yaşadım. Gerçekliklerle, acılarla karşılaşmaya başlayan, dönem dönem ağır dalgalarla boğuşan biri olarak bağışıklık kazandığımı, soğukkanlı, hemen etkilenmeyen biri olduğumu düşünüyordum. Kürd siyasi şahsiyetinin taşınan tabutunu görmek bir anda beni sarstı. Halen sadece beyinle değil kalbimle de kürde “nasip” olan zalim – cefa dolu yaşamı bir kez daha tüm varlığımda his ettim.

Aksoy’un tabutunu taşıyan dostlarının yıllar içinde yaşadıkları yüzeysel değişimlerle karşı karşıya kaldım. Onların o anki görünümlerini görünce birdenbire geçen yıllar arada bir duraklayan bir film gibi gözlerimin önünde geçti.

Yalnızlıkla çevrili dünyamda oluşmaları, durdurulmaları engellenemeyen rahatsız edici, sarsıcı, yıpratıcı dalgalarla dövülen bir hayatı, gerilimi durmayan bir uzun filmi seyretmeye başladım. Yatamadım, geçmişi, tanıdığım insanları, onların siyasi durumlarını, istemlerini, umutlarını ve uğrunda bir yaşam boyu ölümlere gidip geldikleri sevdalarını düşündüm. Sabah saatlerinde kuşların ötüşleriyle içinde bulunduğum “balta girmemiş ormana” geri döndüm.

Koşullardan dolayı Avrupa’nın kültürüyle en zengin kentinin dibinde bir ormanda yalnız yaşayan biriydim ve tanıdığım o asil Kürdün bedenine elveda edişlerine virtual dünya araçlığıyla tanıklık ediyordum. Izrabı tüm varlığı yakan bir garip tanıklık....

İhsan Aksoy tanıdığım kuzeyli Kürdler arasında anılarımda kalıcılaşan, hep özel bir yere sahip olan bir siyasi şahsiyetimizdi. O tecrübeleriyle, acılarıyla, esprileriyle, nağmeleriyle hep Kürdlüğe has olan medeniyet, usul, ahlak, etik dolu başkaldıran Kürdün asil türküsüydü.

İsmiyle ilk kez 1976 yılında karşılaşmıştım. Kendal Nezan Ecevit’in affından sonra güvenliğini garantiye aldıktan sonra Kolombiyalı kız arkadaşı İnes’le birlikte Türkiye’ye gitmişti. Orada ortak akrabalarımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı, yoldaşlarımızı ziyaret etmişti. Onlarla aynı ortamları paylaşmıştı.

Dönüşünde de İnes’le beraber o dönemde tamamen dünyadan izole olarak yaşadığım komünist Çekoslovakya’ya beni ziyarete geldi. Onun dudaklarının arasından çıkacak her haberi, haftalarca sabırsızlıkla beklemiştim. Çünkü ne yakınlarımla,nede dost-arkadaşlarımla yazışamıyordum. Yakınlarımla, tanıdıklarımla ilgili bilgi sahibi olabilmek zaten mümkün değildi. Tamamen izole şekilde yaşıyordum.

Kendal peş peşe zincirlediğim sorularımı cevaplarken konu hapisten çıkan dostlarımıza, şoreşgerlere de gelmişti. En çok merak ettiğim konulardan biri Av.Hikmet Bozçalı’nın 1971 cuntasından dolayı kendisini gizleme yöntemi olan bir köy de çobanlık yapması ve çobanlık yaparken de tespit edilip tutuklanmasıydı.

Rahmetli Musa Anter’den Niyazi Abe ye kadar ( terzi Niyazi) in hapishanede çektikleri cefalara kadar her şeyi ama her şeyi bilmek-öğrenmek istiyordum. Günlerce sahra da susuz kalmış bir kişi gibi birden bire su içmek istercesine haberleri, gelişmeleri öğrenmek, sevdiklerime , gönül bağıyla bağlı olduklarıma yaklaşmak istiyordum. Anlatılanları da kelimesini bile kaçırmadan dinliyordum.

Konu dostlarımızın, Kürd yurtseverlerin hapisten çıktıktan sonra ki yaşamlarına, durumlarına da geldi. Öğrenim gördüğüm ve tamamen izolasyonda yaşadığım Çekoslovakya siyasi şartlarında beni ayakta tutan, bana güç veren, bana hayat veren şey ülkem ve insanlarımla ilgili aldığım haberlerdi.

Ben Kendal’e soru sormaya devam ediyordum. O, İnes’le beraber Mersin’e de uğradıklarını, oradaysa Ankara Hacettepe’de tıp öğrenimi yaparken tanıdığı İhsan Aksoy’u da ziyaret ettiklerini de söyledi.İhsan Aksoyu ilk kez öyle tanımıştım.

Yıllar beyaz atın süvarisi misali göz kırpıp geçiyorlardı. Çekoslovakya Çarls Üniversitesinden mezun olup ihtisas için Paris’e gittim. Çekoslovakya’dan dostum, hocam, büyüğüm diye hep algıladığım Dr. Kasemlu önderliğinde ulusal bir hareketimiz doğu Kürdistan’da başlatılmıştı. Durum değerlendirmesi yaptım. Ben o şartlarda Paris’te oturup da Avrupa’nın en seçkin araştırma kurumu Pasteur Enstitüsü’nde ihtisas yapıp hafta sonlarında da zamanımı Saint Michel’in Latin mahallesinin loş mahzenlerinde caz dinlemekle geçiremezdim.

Ulusal sorumluluk almam gerektiğine karar verdim. Prag’dan okul arkadaşım olan Prof.Dr. Vladimir Stich’e Kendal sahte bir pasaport ayarladı. Mahabad’da buluşmak üzere onu Türkiye üzerinden, kendimde Tahran üzerinden rahmetli Şerefkendi’nin yardımıyla yola çıktık.

Newroz günü Mahabad’daydık ve Dr. Kasemlu o her zamanki gülen yüzüyle bizim için hazırlattığı kahvaltıyla bizi bekliyordu...

Gidişimizin ikinci günü orada savaşıldığı ve orada bize ihtiyaç olduğundan dolayı Sanandac’a geçtik. Bir süre sonra Sanandaç’da savaş kaybedilince savaşılan diğer yer olan Bane’ye geçtik. Bane’den de çekilip Dr. Kasemlu’nun karargahına döndük.

O karargahda ilk kez İhsan Aksoy’la karşılaştım. Kendal’den 1976 yılında yani 4 yıl önce duyduğum İhsan Aksoy’dan tamamen farklı bir İhsan Aksoy’du karşımdaki insan.

Kendisi ağırbaşlı, olgun, sertlikten hiçbir işaret taşımayan- o dönemin devrimcilerinin çoğu sertlerdi- insanları tahammül eşliğinde dinleyen, sabrını kontrol edebilen biriydi. Eleştirmekten ısrarla kaçınandı- K. Burkay konusu açıldığında - tüm varlığını davaya adamıştı. Karşımda konuşan, dinleyen kişi yaşadığı hapis vb. ağır durumlara rağmen her şeyiyle inadına insanlığını koruyabilmişti. O, olgun genç bir diplomat izlenimi veren bir insanımız, siyasi şahsiyetimizdi.

Oraya geliş nedeninin yeni bir siyasi parti kurmak olduğunu, bu fikrini Mehdi Zana ve diğer dostlarının da paylaştığını açıkladı. Dr.Kasemlu’nun da konuya çok sıcak baktığını ve gereken yardımı yapmaya hazır olduğunu, ayrıca böyle bir hareketin içine mutlaka Kendal’in katılımını sağlamalarını vurguladığını da bana anlattı.

Anlatımlarına devam etti ve bu istekler ışığında Avrupa’ya gidip Kendal ve diğer yurtsever devrimci kişilerle de konuşup geri dönmek istiyordu. O, benim 1979 yazında Sovyetlere gittiğimi ve birkaç hafta izinsiz olarak orada kaldığımı duymuştu.

Dr.Kasemlu’yu desteklemeleri için tüm Sovyet Kürdlerinin Sovyetlerin Vladivostok Kentinden Riga’ya kadar Komünist Parti Politbürosu’na telgraf çekmelerini istemiş, Tosine Reşid ve diğer soviyet Kürtleriyle birlikte belikde böyle bir eylemi gerçekleştirmiştik. Bu sovyetler tarihinde bir ilkti. Bu faaliyetin etkisiyle daha sonra Primakov Kremlin’de beni kabul etmişti. Aksoy bu gelişmeyi duymuştu, biliyordu ve nasıl korkmadan böyle bir şey yapabildiğimi merakla öğrenmek istiyordu.

Onun diğer bir merak ettiği konu Komünist rejime sahip ülkelerin yöneticilerinin bir Kürd ulusal hareketine yönelik alabilecekleri tavırdı. Ayrıca İttihad-ı Terakki mensuplarının kurdukları, yönettikleri Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) yöneticilerinin muhtemel engellemelerinin aşılıp aşılamayacağıydı. Genç yaşımızda birlikte kendi halkımızın ve dünyanın durumunun tüm analizini kendimize göre yapmıştık! Onun kendinden daha genç ve farklı ülkelerde yaşamış birisini dikkatle dinlemesi beleğimde yer işgal eden özeliklerinden birisiydi.

Ben Şıkak bölgesine geçmek, O da Avrupa’ya gidebilmek için Tahran’a doğru yola çıkmıştık. Kendisinin tüm ümidi Kendal’dı.

Ben 6 ay sonra Avrupa’ya dönmek zorunda kaldım. Paris’te yeniden kendisiyle karşılaştım. Bu arada Türkiye’de 80 cuntası iktidara oturdu. Irak İran’la savaşa başladı. O bu gelişmeler üzerine haklı olarak İran ve Kuzey yani Türkiye Kürdleri için tam örgütlenme gerekliliğine inanmıştı. Kendisi haklıydı. Humeyni’nin 1978’de iktidara gelişiyle İran güvenlik güçleri darmadağın olmuşlardı. Akabinde de o darmadağınlık içinde bir de Irak’la başlatılan ve tam 8 yıl süren kanlı savaş nedeniyle doğu (İran) ve güney (Irak) Kürdistan’ da tam bir boşluk doğmuştu. 1980 cuntasıyla kuzeyden (T.C.’den) kaçmak zorunda kalan Kürdlere Doğu Kürdistan (İran) kucağını açmıştı. Gelişmeler sadce Dr.Kasemlu için değil tüm Kürtler için en ideal tarihi bir fırsat yaratmıştı.

İhsan, Paris’de yaşayan Kendal’i ikna edememişti. Kendal kendisine has tarzıyla hiçbir zaman yok dememiş, her seferinde “bunu da yapın, şunu da hazırlayın” demişti. Öyle gözüküyorduki Kendal’in amacı Avrupa’yı tanımayan İhsan tarafından yapılması, hazırlanması mümkün olmayan ödevlerle İhsan’ı meşgul edip, onu istenilenlerin yapılmasının mümkün olmadığına ikna olmasını sağlamaktı.

Halbuki İhsan Aksoy Kendal’e en fazla ümid bağlayanlardandı.

İhsan bir gün Kendal’e hiç değilse cuntadan sonra Kürd ulusal hareketini Bulgaristan’ın destekleyebileceğini ısrarla anlattı. Onu ikna etmek istiyordu. Kendal kendisine “Olur, git onlarla konuş.” deyip, bir bağlantı adresi verdi. Sofya’da o adreste neyle karşılaşacağını bilmesine rağmen.

İhsan’a Bulgaristan’da başına neyin geleceğini söylemeyip, “gözünün açılmasına” yardımcı olmuştu. İhsan dönüşünde orada yaşadığı şokun hala yaşıyordu. “Ne umdum ne buldum.” Diyerek .

Çok sonra Almanya’ya geçip Kürt Enstitüsünü kurdum. Kek İhsan Kendal’e olan kırgınlığından dolayı açılışa bile gelmedi. Daha sonra tesadüfen Frankfurt’da “Mala Gelê Kurd” de buluştuğumuzda kızgınlığının sebebini bildiğimi, anladığımı, yaşamak zorunda bırakıldığı olaydan ötürü hüzünümü dile getirmiştim, bir birimize sarılarak, bir birimizi teseli etmiştik.

Akabinde her zaman kaldığı uzak şehirden Kürt Enstitünün tüm etkinliklerine gelip katılan ender kişilerden biri olmuş ve her seferinde de tebrik edendi.

Bir dönem alman sosyal demokrat partisi merkez yönetim kurulu üyesi bir şahıs Bonn yakınlarındaki Ren nehri üstündeki şatosunu sembolik bir fiyatla Kürt Enstitüsü’ne kiraya vermişti. Açılışta orada bir sergi düzenlemiştik. Açılışa Melike Demirağ’dan Şıvan’a kadar bunun yanı sıra onlarca tanınmış Alman şahsiyeti de katılmıştı. Tabi ki Kek İhsan her zamanki gibi orada hazırdı.

Misafirler gittikten sonra Kek İhsan’ın şato da kalıp birkaç gün dinlenmesini, çevreyi dolaşıp rahatlamasını önerdim. Kendisi önerimi kabul etti, kaldı. Bir akşam şömineyi yakıp ayaklarımızın altındaki Ren nehrine bakarken Kendal’le bağlantılı bizim o tarafın tabiriyle içimizde ne varsa sansürlemeden birbirimize anlattık. Kaçırılan tarihi fırsatın acısını ortak olarak yaşamıştık. “Biz o zaman örgütlenebilmiş olsaydık bu bela apocular [PKK] bu düzeye gelemezlerdi” tespitiyle ve bu tespitin dayanılmaz acısıyla kalkıp odalasına yönelmişti.

Kürt enstitüsü kapsamında hayata geçirmek istediğim her proje de kendisini aramış ve fikrini almıştım. İhsan Aksoy o dönemde en objektif en samimi görüşe ulaşabilme ender adreslerimden birisiydi.

Bir gün çantasında yüzlerce sayfalık bir dosyayla Bonn’a geldi. Bir roman yazdığını ve romanın isminin “Kürdün Türküsü” olduğunu ama yayınlamada maddi zorluk çektiğini anlattı.

Biz Kürt enstitü olarak 4 kurumun maddi denetimi altındaydık. Bonn kentinin, eyalet hükümetinin, federal hükümetin ve kızıl haçın verdikleri tüm maddi destek proje bazındaydı.

Roman Türkçe yazılmıştı. Böyle bir yapıtı projeleştirip proje olarak sunmak, maddi kaynak sağlamak hem çok uzun sürecekti ve hem de kurumlarca teyit edilmesi sorunluydu.

Kek İhsan’ın sahip olduğu sınırsız sükûnetiyle konuştuk, tartıştık ve sonunda Kek İhsan biliyor musun Kürtçe-Almanca sözlük projesinden bunu finanse edelim. Ben daha sonra o boşluğu bağışlarla doldururum, dediğimde yüzünde beliren o mutluluğun tarifini lisanla yapmak mümkün değil.

Kucaklaştık, akabinde ben Manhaim’e romanı basacak dost Cumali’ye gittim. Teknik sorunlar hal edildi. Birkaç gün sonra kek İhsan telefon etti. “Doktor kitabın yayıncısı olarak Kürt Enstitüsü’nden başka ikinci bir ismi de koyabilir miyim?” sorusunu sorunca ben şaşırdım. Kek İhsan kitap senin istersen sadece o yayın evinin ismini bırak diye yanıt verdim. Anladım ki bu kitapla bir yayın evinin kuruluşuna başlangıç adımını atmak istiyordu. Arka kapağına ikim izinde çok sevdiğimiz Mehdi Zanayla fotoğrafını koymuştuk. Çok sevindim ve “Kürdün Türküsü” basıldı... O kitap her şeyiyle kürde nasip olan “kadere” baş eğmeyen asil bir Kürt savaşçısı İhsan Aksoy’un türküsüydü.

Dr.Yekta Uzunoglu

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
11846 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:17:50:15
x