Rehine

Rehinelik kurumu 21.yüzyıl dünyasının en güçlü ülkesine karşı da başarıyla uygulanabilirliğinden, hala bu kurumun işler durumda olmasından hayâsız-sapıkça bir zevk alan Erdoğan bu kurumun meşruiyetine inanmış da oldu.

Yekta Uzunoğlu

12.08.2018, Paz | 10:54

Rehine
Makaleyi Paylaş

Öyle görünüyor ki bu kurum insanın varoluşuyla birlikte doğan ve günümüze kadar da varlığını koruyan bir kurum. Ne ilahi ne de insani yasalar bu kurumu insan yaşamından azledemedi. Medeniyetimizin gelişimi ile birlikte bir miktar \"ilerleme\" olmuş gibiydi. Yaşadığımız bu devirde “rehine” ve “rehinelik” kurumu insanoğlunun oluşturduğu yasalarca bir suç teşkil eder, rehine alan kişi bir insansa. Ama ya rehineyi alan, devlet gibi tüzel bir kişiliğe sahipse ?… Kâğıt üzerindeki uluslararası yasalara göre o devlet kölecilik suçunu işleyen devlet kategorisine alınır ve uluslararası insani yasalara göre o devlete karşı uluslararası yaptırımlar devreye girer.

Erdoğan’ın günümüz Türkiye’sinde ise Osmanlılardan miras kalan ve uzun yıllar gizemli kasalarda saklanan bu miras şimdi Ulu Sultan’ın kasasından çıkarılıp ecdatlarına böyle bir veraset bıraktıkları için şükranlarını secdede sunarak kâfirlere karşı hayata geçirildi. Önce Avrupalı gazetecileri, akabinde de Amerikalı bir büyük kâfir olan Pastor Andrew Brunson‘yı rehine aldı .Sultan Avrupalılara üstün yetenekleriyle tüm koşullarını kabul ettirdikten sonra rehinelerini salıverdi. Ülkelerine döndüklerinde ağızlarını açmamaları Sultan’ın şartlarından biriydi ve Avrupalı ​​siyasiler tüm uluslararası yasaları vede etiği hiçe sayarak ülkelerinin sermayesinin menfaatine Sultan’a boyun eğen oldular. Sultan bir haftadır çıkmazda, çünkü kâfir Amerikalılar hâlâ boyun eğip sunduğu şartları yerine getirmediler. “Alışmış kudurmuştan beterdir” derler ya Sultan’ın içinde bulunduğu sendrom da işte böyle bir ruh hali.

Böylece bu Rehinelik kurumu 21.yüzyıl dünyasının en güçlü ülkesine karşı da başarıyla uygulanabilirliğinden, hala bu kurumun işler durumda olmasından hayâsız-sapıkça bir zevk alan Erdoğan bu kurumun meşruiyetine inanmış da oldu.

Bu izleri taşıyan özgüvenle, Amerikalı Evangelist papazı da zindanlarda iki yıl boyunca tutan oldu.

Hâlbuki eşi ile Türkiye\'de 23 yıldır yaşamış, çalışmış bir din adamıydı Andrew Brunson. O da Bakur’un herhangi bir kentinde değil, kozmopolit yapısıyla tanınan Smyrna’da -Türkçe adıyla İzmir’de- yani antik bir Yunan kentinde ve buna rağmen “PKK’ye yardım ve yataklık” etiketiyle rehineliğe alınan kişi oldu. Pastor A. Brunson’un iki yıl insanlıkdışı şartlarda rehine olarak tutulması, her şeyden önce şimdiye kadar Sultan’ın insanlık dışı uygulamalarını görmezden gelip, sermayenin çıkarları için insani temel hak ve özgürlükleri, uluslararası yasaları hiçe sayarak Erdoğan’la Erdoğan’ın oyununu oynayan transatlantik medeniyetinin sefaletidir. Ta ki geçtiğimiz haftaya kadar hiçbir etikte yeri olmayan bu oyun Erdoğan’la oynandı. ABD insan etiğini, uluslararası legal yasaları hiçe sayarak Erdoğan’la rehine alışverişini ve bunun koşullarını konuşmak için 11-12 Temmuzda Brüksel’deki NATO toplantısında masaya oturdu. Trump ve danışmanları bu oyunu kabul ederken Türkler ve Turkotatarlardaki etik anlayışın, feodalizmden geçmiş halklardaki etik anlayışla hiçbir yakınlığının olmadığını da görmemiş oldular. Transatlantikliler, göçebe halkların sahip oldukları “etik” anlayışın ya da feodaliteden geçen halklarca “anti etik” diye algılanan olgunun hep görmezden gelen, anlamamak için dayatan tarafı oldular.

11 –12 Temmuz’da Trump’un Pastor Brunson üzerine Erdoğan’la yaptığı pazarlıkta, Erdoğan İsrail’de teröre destekten gözaltına alınmış Türk vatandaşı Ebru Özkan’ın İsrail makamlarınca serbest bırakılmasını şart koşan “demokratik bir ülkenin” cumhurbaşkanı…

Trump, Erdoğan’ın şartını kabul eder, akabinde İsrail Başbakanı Netanyahu’yu arayarak Ebru Özkan\'ın serbest bırakılıp Türkiye’ye iadesini sağlar. Ya Erdoğan’ın verdiği vaat? Ne vaadi… O Turkotatar “ahlak-etik” anlayışına göre hareket edendir, bunu Trump anlamamışsa Erdoğan’ın suçu nedir?

Erdoğan’ın “ahlak” diye algıladığı, hiçbir etikte var olmayan kurumun anlayışına göre, o da sözünü yerine getirmiştir ve Pastor’u serbest bıraktırmıştır ,ama “Amerika’ya göndereceğim” dememiştir ki! Pastor Andrew Brunson şükretsin ki hakkında istenilen 30 yılı aşkın cezaya çarptırılmadı da “sadece” elektronik bilezikli ev hapsine gönderildi... Erdoğan’ı Amerika ve Avrupalıların anlamamakta, tanımamakta, görmemekte direttikleri onu O yapan “anti-etik” diye transatlantik medeniyetinde algılanan yüzü nihayet ortaya serpilmiş ve 2 yıldır Amerika ile yol ayrımı görüşçülerinin ne kadar haklı olduklarını kanıtlayarak Erdoğan Türkiye’siyle ayrılma -boşanma kararı nihayete ermiştir.

Pastor Brunson, tüm dünya ve Protestan Kilisesi’nin tüm gayret ve baskılarına rağmen ev hapsinde kalır!

Biz sıradan vatandaşlar, olayların sadece bir kısmını ancak tesadüfen öğrenme şansına sahip olmuşuzdur ve demokratik, hukukun üstün olduğu bir medeniyette yaşayan biz sıradan vatandaşlara hep böyle söylenmiş, anlatılmıştır. Ama gerçek şudur ki transatlantik medeniyetinin seçilmiş siyasileri tüm ahlak, yasa ve insanı insan yapan etiğini çiğneyerek yıllardır Erdoğan’la hayvan pazarlar gibi rehine tutulan insanlarını ağır ödüller vererek satın almaya çalışmışlardır. Ancak artık hiç değilse Amerika açısından oyun bitmiş gibi görünüyor, arkasında derin izler bırakarak, nihayet Erdoğan’ın anladığı lisanla ona hitap ederek.

Olayın ahlaki yönü dışında bir de hukuki olan trajik boyutu var. Tüm bunlara rağmen transatlantik medeniyeti, hala demokratik sistemin üçüncü sütununun adalet olduğunu bilmelerini kendi vatandaşlarından bekleyebilirler mi? Bir NATO üyesi olan devletin yargıçları, diğer bir NATO üyesi olan ülkenin yurttaşlarını hukuk dışı Orta Çağ yöntemleriyle rehin tuttuklarını nasıl anlatacaklar?

NATO ülkesi yurttaşlarının kaderleri hakkında yargıçlar değil de siyasiler nasıl karar verebilirler ve hangi hukuka dayanarak?

Vatandaşın yaşamı mal mıdır ki pazarlık konusu olsun? Tüm bunları Afrika’nın herhangi geri kalmış diktatörlükle yöneltilen ülkesinde değil, NATO’nun merkezi Brüksel’de ve NATO’nun merkezindeki pazarlık masalarında yaşandığını tesadüfen öğreniyorsak bizden demokrasiye artık inanmamız nasıl istenilebilir?

Demokratik sistemin üçüncü sütununu yargı teşkil etmiyor mu? Transatlantik medeniyetinin siyasileri bu demokrasinin kutsal üçüncü sütununu nasıl hiçe sayabilirler? Hangi bilinmeyen-tanınmayan, kitaplarda yeri olmayan yüce değer adına?

Avrupa’dan farklı olarak acaba hiç değilse Washington’dakiler uyanıp, kendilerine gelip ne halt işlediklerinin vahametini anladılar diye umutlanmak geliyor. Bu umudun sürekliliği dileğiyle…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
13405 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:02:56:19
x