Nazım Hikmet: Ruhunu Şeytana Satan Adam!

Bunu demekle yetinmez. Türkiye’de ırkçılığı açıktan ideoloji edinen partinin genel başkanı Devlet Bahçeli’nin “Yansın Suriye, yıkılsın İdlip” sözünü hatırlatan ve her caninin bilinçaltında yatan cinneti de dışa vurur:

Yekta Uzunoğlu

05.06.2020, Cum | 20:21

Nazım Hikmet: Ruhunu Şeytana Satan Adam!
Makaleyi Paylaş

Avrupa edebiyatında, güzel sanatlarda, hatta sinema sanatında kaç kişi, Dr. Faust’un hikâyesini işleyerek Avrupa sanat tarihine ismini silinmeyecek şekilde kazımadıki? Liste uzun. Evet Dr. Faust'un hikâyesi, 16. yüzyıldan günümüze yazılı olarak tüm boyutlarıyla işlendi, işleniyor ve kolay kolay bunun sonu geleceğe de benzemiyor.

16. yüzyıla kadar Dr. Faust'un hikâyesi sözlü olarak tüm Avrupa’da bir efsane olarak dolaşırdı. Yüzyıllardır Dr. Faust Avrupa düşünce tarzını etkileyen önde gelen şahsiyetlerden biridir.

Benim Dr. Faust’u tanımam 1971 yılında oldu. Değerli kardeşim, kek Tarık Akrewi, 1971 sonbaharında, Prag’ın tren garından beni alıp, önce dışardan gelenlere uyguladıkları karantinaya kadar bana eşlik etmiş, daha sonra da hem Çekçe’yi öğrenmem hem de Çarls Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin giriş sınavlarına hazırlanmam için, Orta Avrupa’nın en eski, en ünlü, en muhteşem kenti olan Marienbad’a gitmemi sağlamıştı. Ayrılırken de "Şimdiye kadar hiçbir Kürt öğrencisi başaramadı ama keşke sen başarsan, bize bir ödül olur." diyerek oluşan böylesi bir duygusal atmosferde onunla vedalaşmıştık.

Marienbad’taki yurdumuz eski bir saraydı. Okulumuz da 19. yüzyıldan kalma bir küçük  bina. Yurtla okul birbirine 800 metre uzaklıktaydı. Ve yolun tam ortasında, sağ tarafta bir güzel tarihi bina, onun yanında da bir adamın heykeli vardı. Marienbad’taki ilk günlerin şoku ve heyecanı geçip de oraya yerleştikten sonra, bir gün heykelin önünde durup altındaki yazıyı okudum. Eski alman alfabesiyle Goethe yazıyordu. Şaşırdım, ünlü Alman yazarının burada ne işi var! diye.

Goethe, Alman edebiyatı denildiğinde ilk akla gelen isimdir. Onun adını taşıyan, dünyanın dört bir köşesine yayılmış Goethe Enstitüleri vardır. Dünyaya Almanca’yı ve Alman kültürünü yayan, her yıl devletten en büyük desteği alan kuruluştur Goethe Enstitüleri.

Goethe’dir Almanya’yı yücelten! Ve Goethe 20 yıla yakın dünya edebiyatının temel taşlarından Dr. Faust’u nihayet Marienbad’ta bitirip sükûnete kavuşarak bu dünyadan göç etme hakkını kendisinde bulandır. 

Lisan ve hazırlık okulunu bitirinceye kadar her gün 2 kez önünden geçtiğim Goethe ve Dr. Faust’u düşünür oldum! Dr. Faust, tüm yaşamını bilime adayan ve bilim için kanını bile şeytana verendir. Hayatı, benim bilimdeki ışığım, yön gösterenim olmuştur. Siverek gibi çok ihmal edilmiş bir liseden gelmeme rağmen, benim gibi Çarls Üniversitesi’nde Tıp Fakültesi’ni okumak için gelmiş, aralarında dünyanın en iyi liselerinde öğrenim görmüş, 117 öğrenci içinde çok azı üniversite giriş sınavlarını kazananlar arasında olabilmiştim...

Üniversiteyi kazanıp da Prag’a gelerek fakülteye başladığımda, yüzlerce yıl önce inşa edilmiş uçsuz bucaksız fakülte kampüsünün tam başında, Çarls Meydanı’na bakan binanın önünden geçerken üzerinde gördüğüm yazı, bende şok derecesinde bir etkiye yol açmıştı! Üzerinde büyük altın harflerle "FAUST’UN EVİ!” yazıyordu. İnanamadım! Marienbad’ta Goethe ve evi ,burda Prag’ta ise  Dr.Faust’un evi canlı şekilde önümde duruyordu ! Yani dünyada sayısız yazarın, sanatçının, tiyatrocunun, filmcinin, türkücünün ana konusu olan Dr. Faust, burada benim fakültemin ana binasın da hayatını bilime adayarak yaşamış! Ve 6 yıl boyunca her gün önünden geçtim. O bina o zaman da günümüze kadar da Çarls Üniversitesi’nin 1. Tıp Fakültesi’nin düzenlediği tüm dünyadan davet edilen bilimde erenlerin, bilgelerin toplantı merkeziydi! Yani çağımızın biliminin ocağı, yurdu, yuvası! Ben de öğrenciyken kaç kez, buraya o bilgelerden bana babalık yapan birinin eşliğinde katılma onurunu yaşadım; dünyada efsaneye dönüşmüş o binada. Yakın geçmişte bir kaç toplantılarda seminer veren.

Üzerinde sayısız kitap, resim, film, türkü yapılmış efsaneye göre Dr. Faust ömrünü bilime adamış birisidir. Tüm ömrü boyunca ölümün sırını çözmek ister. Ömrü yeterli gelmez. Çok yaşlanır ama buna rağmen hayatını adadığı yoldan dönmez, adadığı şey bilimdir. Nihayetinde, ölmeden önce şeytana seslenir ve der ki; “Ben sana, bu ilim akan asil kanımı vermeye hazırım, yeter ki bana ölümün sırını söyle.” Şeytan çatıyı yararak gelir çünkü asil bir kanın kokusunu almıştır. Dr. Faust’un kulağına ölümün sırrını fısıldar ve hemen canını alır. Yine çatıdan  geldiği gibi çıkıp gider. Dr. Faust'un günümüze kadar evinde buluşup bilim mücadelesinde yer alan bilim adamları hayatlarını bilime adayanlardır.

O, dünyaca bilimde kutsal sayılan evin önünde bir gün uzun boylu, tipik bir Slav fizyonomisine has bir adam görünür.

Öyle bir adam ki; kanında Leh, Fransız, Alman, Sırp, Çerkez!... Ne derseniz o var, Türklükten başka! 

Bu çok çeşitli gâvur genleriyle bozuk mozaikli adam, kalkar, Orta Asya’dan mongol atlarına Turko-Tatar kavimlerini bindirir, dört nala Hazreti Havva’ya beşik olmuş, Hazreti Nuh’un gemisine yuva olmuş, toprakları da belleyip, o atın kafasını Akdeniz’e kadar uzatır;

“Dörtnala gelip uzak Asya’dan

 Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

Bu memleket bizim” 

 

O kadim toprakların kadim halkları katledilirken katledenin üstüne;

"O mavi gözlü bir devdi, 

Minnacık bir kadın sevdi.”

 

Ve o dölü bozuk  Türk şaha kalkıp :

 

Düşmesin bizimle yola: evinde ağlayanların gözyaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar! 

Bıraksın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

İşte: şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini; şu güneşten düşen ateşe fırlat;

yüreğini yüreklerimizin yanına at!"

 

diyerek, nesiller boyunca o kadim halkların, zorla yatılı okullarda, askeryede  Türkleştirilmek istenen çocuklarının acıları yetmiyormuş gibi, bu kez de onları, yüreklerini yani varlıklarını ateşe atmalarına tahrik eder. Yani biz senin babalarını - dedelerini kestik ama sizi tüketemedik, hele bu kez de gel, devrimci ol da devrim için öl diyen binlerce genci meydanlara, dağlara, siperlere ve darağaçlarına sürükleyendir. 

 

İstanbul işgalini anlatırken dini de sözümona Türklüğü’ne meze yapmaktan çekinmez: 

İslamın beklediği en şerefli gündür bu

Rum Konstantaniyye’si oldu Türk İstanbul’u

 

Bunu demekle yetinmez. Türkiye’de ırkçılığı açıktan ideoloji edinen partinin genel başkanı Devlet Bahçeli’nin “Yansın Suriye, yıkılsın İdlip” sözünü hatırlatan ve her caninin bilinçaltında yatan cinneti de dışa vurur:

İşte o günden beri Türkün malı İstanbul

Başkasının olursa yıkılmalı İstanbul.”

 

İnsanlık mirası bir şehir ve coğrafyayı, ya bir ırkın olmalı veya yıkılmalı kafasıyla değerlendiren müptezel.

Çeklerin ulusal bir atasözüyle: "Sonradan Türkleşmiş Türk, Türk’ten beterdir!".

Bu devşirme Türk, kaçıp Avrupa’ya geldikten sonra Türklüğünü unutur, umrunda değildir , cebine Polonya pasaportu, cüzdanına da Avrupa proletaryasının vergilerini atar ve bir Rusya’dadır, bir Polonya’da, bir Paris’te, bir Kübalı çikolata renkli balet kızla -kızı yaşındaki- Küba plajlarındadır.

Ve dünyanın keyfini daha nasıl çıkaracağının doymazlığında dönüp dolaşıp Prag’a gelir. 5 yıldızlı Hotel Alkron’a yerleşir, yer içer, bir de milli tiyatrodan sarışın bir dilber alır, ama gözü-gönlü aç ya, yetmez ona. O gece bir de İstanbul’una gitmek ister. Daha uzay çağına girmeden! O saatte, o anda, birden Prag’dan buharlı molekül olup İstanbul’da yine toparlanan moleküllerle yaratık olup, o gece eksik kalan İstanbul zevkini de çıkarmaya!..

Ve aklına otelinden birkaç yüz metre uzaklıktaki Dr. Faust’un evi gelir. Her aklı başında insan o eve bilim için gider. Aklından hep şeytanlıklar, devşirme kurnazlıklarıyla yaşayan Polonyalı, Fransız, Alman, Sırp, Çerkez ve de daha bilmediğimiz adam hotelde yatakta yatan sarışını uyur bırakır, kalkıp giyinir, yürüyerek Dr. Faust’un evine gelir. Ve o gece yarısı kapıyı çalar. Kapı açılmaz, bu kez yalvarmaya başlar, yalvaran ama uluslararası tanınmış Komünist, Marksist, Leninist şiirleriyle genç çocukları ölüme gönderen adamdır ve bakın ne der:

 

"Bu evde ben de senet vereceğim şeytana

ben de kanımla imzaladım senedi. 

Ne altın istiyorum ondan, ne bilim ne de gençlik. 

Hasretlik cana yetti, pes! 

Beni İstanbul’uma götürsün bir saatlik…

Çalıyorum kapıyı, çalıyorum. 

Kapı açılmıyor, açılmıyor. 

Neden? 

İstediğim olmaz iş mi Mefistofeles?* 

Yoksa bu lime lime ruhum satın alınmağa değmez mi? 

Pırag’da ay doğuyor limon sarısı. 

Doktor Faust’un evi önünde duruyorum,

çalıyorum açılmaz kapıyı gece yarısı…

 

Şeytan hayatı boyunca insaları kandırmış bu müzbitin ne olduğunu bilmez mi ki; gelsin de onun beş para etmez kanını satın alsın?

Beyefendiyi bir saatliğine İstanbul’a keyfi için götürsün!? 

Niye, ne olmuş ki? 

Senin sütkardeşin Kamuran Bedirhan yarım yüzyıl ne zalim şartlar içinde sürgünde yaşadı; bir gün Prag’a geldiğinde gidip şeytana yalvarıp kanını satmak aklına geldi mi?

Ben, 8 yıl Çekoslovakya da yaşadım ailemin bile haberi olmadan ve her gün o Prag taki Dr. Faust’un evinin önünden geçtim 6 yıl boyunca! Bizimki can değil miydi? Biz o eve girebildikse bilim için girdik, girmek istedik.

Ünlü-şanlı proleter yazarı ise o eve şeytanla al-ver yapmak için gitmiş! 

Devşirmeye yakışan da odur zaten!

O geceden sonra kalkıp dünyaya; ey dünya ben artık komünist değilim, yazdığım şiirlerle ölüme gönderdiğim herkesten, ailelerinden özür diliyorum ben artık Şeytanperestim, dedi mi? 

Dediğini duyan oldu mu?

Sonradan Türkleşmiş Nazım, menfaati için yeri geldiğinde milliyetçi, yurtsever, Kemalizm üzerinde ant içen, bazen Türk, menfaat kokusunu aldığında hemen Polonyalı ve hem de Polonya’nın iç damadı, yeri geldiğinde enternasyonal bir Marksist, yeri geldiğinde de şeytanperest olan, okuma-yazma bilmeyenler arasında  eli kalem tutan, cümlelerle oynayıp Mayakovski’den söz aşıran bir hokkabazdı!..

 

 

* Mefistofeles şeytanın ismidir

 

 

 

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
10836 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:17:03:16