İslam Devleti ve İslam Ekonomi Doktrini Üzerine

İslam bir yaşam nizamıdır. Hayatın tüm unsurlarını kapsar ve toplumsaldır. Siyasetle, iktidarla ve saltanatla alakalı bir inanç değildir. Ahlak, ibadet ve imanla alakalıdır. “Dinin iktidarına dayalı toplumsal bir yaşamdır” denildiği gibi “din adına iktidara gelen” bir devlet düzeni yaşamı değildir.

Abdulnasır Sönmez

11.02.2015, Çar | 13:53

İslam Devleti ve İslam Ekonomi Doktrini Üzerine
Makaleyi Paylaş
Devlet; Belli bir toprak üzerinde siyasal bakımdan örgütlenmiş yani müstakil bir siyasi teşkilat kurmuş insan topluluğuna denir. İslam da bunlardan ilahi, insani ve adil ilkelere mümkün oldukça bağlı olanlarını kendine uygun sayar.

Tarihte pek çok devlet İslami olduğunu iddia etmişler. Emevi, Abassi, Fatimi, Selçuklu, Eyubbi, Osmanlı, İran, Suudi, Pakistan vs.. Hiç bir Samimi Müslüman bunlardan birine işte bu “İslam devleti”dir diyemiyor.. Öyleyse kitleleri peşinde sürükletecek bir “İslam devlet” modeli retoriğine ihtiyaç vardır. Buda inancı, imanı siyasete alet edecek bir söylemi gerektirir. Zaten yapılanda budur...

Ben bu siyasal İslami retoriğin aslını şöyle görüyorum.. Hz Osman\'ın yönetim dönemindeki (644-656 ) aksaklıklar ve halifenin öldürülmesinden sonra İslam’da iç kargaşalar ve iç çekişmeler başladı. Etnik, siyasi, bölgesel ve ekonomik saiklerle mezhepler ve bazı siyasi fırkalar ortaya çıktı. Bu mücadele ve çekişmeler neticesinde kazanan Ehl-i sünett ve hilafet taraftarları olmuştu. Ehl-i Beyt ve imamet taraftarları bazı lokal coğrafyalarda iktidar olmakla beraber mağlup taraf sayılmış ve başkaldırılara girişse de hep muhalefette kalmıştı.

İşte “İslam devleti “ ve “İslam ekonomi doktrinini\'” bu muhalefetteki Ehl-i beyt (şia) ekolun işlediği ve teorileştirdiği bir söylemdir.. Hz Osman’ın hilafetinden önce taa Gadr-i hum hutbesinden beri İmametin Hz Ali\'de olduğunu söyleyen Ali taraftarları (şia) ondan sonraki üç halife döneminde bu gerçekleşmeyince artık İmamet makamını da siyasileştirdiler ve bunu bir iktidar meselesi haline getirdiler.. İmam siyasallaşıp devlet başkanı sıfatına kavuşunca İmam ve İmam vekili sayılacak kişiler için bir devlet teorisi lazım oldu. Bu işi eski dönemlerde bir devlet nizamı içinde ele alıyorlardı. Pek çok alimin yazdığı ”Siyasetnameler” vardı. Abdulhamid el-Katipin veya Nizamü\'lmülkün “siyasetnameleri” veya gazalinin “Nasühatü\'l Mülk”\' ü gibi. Bunlarda asıl ses getiren İbnTeymiyye\'nin “Es siyasetü\'ş Şeriyye” kitabıydı. Etkisi hala devam ediyor... Ama bu konuyu Modern anlamda ve kendi başına devlet olarak teorileştiren Alleme Prof. Dr Muhammed Hamidullah oldu (1908-2002)

Aslen Hindistanlı ve Şia\'nın İsmai\'liye mezhebine mensup M. Hamidullah, birazda mezhebi itikadının etkisinde kalarak, Peygamber efendimizin (sav) 632 tarihinde Yesrib\'de (Medine ) muhacir, ensar, yahudi, Evs ve Hazrec kabileleri ile diğer küçük grupları bir araya getirip şehrin savunmasını güçlendirecek ve barışın hakim olmasını istediği bir toplum yaratmayı İslam’ın ilk devlet nüvesi olarak teorize etti.. Medine’yide İslam’ın ilk şehir devleti yaptı.

Medine vesikasını ilk kayıt altına alan İbn İshak\'tır. Bu vesikayı Batı\'da (1899) ilk inceleyen oryantalist de Alman Welhausen \'dir.

Pek çok İslam alimi ( Ehl- sünnet alimi ) Hasan es- Sabah\'ında mensup olduğu Şia\'nın ismaili\'ye itikadını sapkın ve İslam dışı kabul ederler. Fakat bu mezhebe tabi Prof Hamidullahın Medine vesikasına dayalı bu devlet tezi, siyasal İslamcıların çok hoşuna gitti ve adeta zevkten dört köşe oldular.

Bakın aynı Hamidullahın diyer görüşleri için biri Kürd diğeri Türk olan iki İslamcı aydın ne diyor :

a-Şakkü\'l-Kamer (ayın yarılması ) mucizesine inanmayan,

b-Miracı fiilen değil de Ruhi bir hal sayan,

c-Vahyi, İlham gelmiş gibi şüpheli gören,

d-Din kitapları kısaslardan bahseder bunların tarihi hadise olması zaruri değildir. Bu kıssalar öğüt almak içindir diyen, bu dinden ve imandan çıkmış bedbaht ve din tahripçisi

İşte Sünni aydınların Hamidillah için yaptıkları en hafif suçlamalar.. Ama bu suçlamalara rağmen Selefi/cihadi ve hatta tarikatçı cemaat bu İslam devleti tezine dört elle sarıldılar nerdeyse İslam’ın şartlarından biri haline getirdiler... Özelikle o dönemlerde Vahhabi kalemşörü olan Ali Bulaç Dergi kalmadıki gidip bu konuda bir makale yazmasın... Tabiki bu konuyu İlahiyat bağlamında işleyecek konumum yok.. Samimi ve siyasi olmayan yani İslam inancını ideoloji seviyesine indirgemeyenlerin dedikleri ; “İslam devleti değil islama uygun devletin gerekliliğidir” ayrıca “Devlet tekniği” açısından da “islam devleti” mümkün değildir. Sonuçta oda her beşeri devlet gibi olur ama Hobbes\'in dediği gibi “Leviathan” yani cehennem Zebanilerinin yönetimine dönüşür.....

İslam bir yaşam nizamıdır. Hayatın tüm unsurların kapsar ve toplumsaldır siyasetle, iktidarla ve saltanatla alakalı bir inanç değildi. Ahlak, ibadet ve imanla alakalıdır. “Dinin iktidarına dayalı toplumsal bir yaşamdır” denildiği gibi “din adına iktidara gelen” bir devlet düzeni yaşamı değildir. Zülüm eşitsizlik ve adaletsizlik devletin fıtratında vardır. Kim devlet ve iktidar sahibi olursa, zülüm skalasına göre adaletsiz olmak zorundadır.. Aile kral, sultan, sınıf veya millet adına devler kurulur ve adaletsiz oluna biliniz ama Allah adına zülüm ve adaletsizlik caizde değil, doğru da değildir.. Hele hele Allah adına olduğunu iddia eden bir iktidara muhalefet ve eleştiri günah ve küfür sayıldığından ve yapılan işlemler hiç tartışılmadan kabul edileceğinden böyle bir devlet ve iktidardaki zülüm ve adaletsizlik diğer devlet modellerini kat be kat geçer.

Kur\'an bir yönetim kitabı olmadığından devletin teknik anlamda nasıl yönetileceğinden de genel ilkeler haricinde bahsetmez ve bunu zamanın aklı ve teknik bilgisine bırakmış detaylara inmeden yöneticilerin uyması gereken Ahlaki prensipleri belirlemiştir, hepsi bukadar. Geçmişte İslam devleti olduğunu söyleyen idareciler İslam olmayan devletlerden mal ithalatına izin vermişler gerekçede, Kafirin elindeki mal ve ürünü azaltmak ama kafir bir ülkeye ürün ihracına izin vermemişler, amaç kafiri güçlendirmemek.. Bununla ilgili bir hüküm olmadığından din adamları böyle yorumlamışlar, dahili /harici ticareti. Peki günümüzde böyle bir mantıkla bir devlet yaşayabilir mi? Bir İslam devleti bütün muamelatını Vahyi / Kur\'an-ı almalıdır.. Buna benzer devlet ticareti ile ilgili hükümler olmadığı için her devlet kendine göre kurallar belirlemiş ve buna da İslam’dır demiştir...! İslam’ın emirleri ahlak, ibadet ve imanla ilgilidir demiştik, bunlara uymakta farzdır. Ama bunlarla bir devlet modeli kurmaya çalışmak dine haddinden fazla yük yüklemek demektir.. Olmayan birşeyi kurmaya çalışmaktır. Dini; ilahi doğrular ve mutluluğa götüren bir yol olarak değil de, siyasi bir ideoloji olarak (Faşizm, kominizm, liberalizm ) dünyevi sorunları çözen hazır reçete gibi göstermeye çalışmaktır....

Peki samimi Müslümanlar hiç siyasetle uğraşmasınlar mı..? Öyle kuzu kuzu yapılanlara seyircimi kalsınlar. Elbette ki hayır..! İslam inancının ve diğer tüm inançların özgürce kendilerini serbestçe ifade edecekleri devlet ve rejimlerin kurulmaları için uğraş vermeliler. Saldırıya uğramadıkları sürece demokratik ve hukuki yollarla bunu yapmalılar. Tıpkı 21 yy\'da böyle davranmaya çalışan milyarlarca insan ve diğer toplumlar gibi...

\'\'İslam iktisadi doktrin\'\'i tezine gelmeden önce taraflar iktisat kelimesinden ne anlıyorlar ki buna dayanarak doktrin (sistem) oluşturuyorlar.. Dünyadaki tüm iktisat literatüründe İktisat; “Sınırlı kaynakları sınırsız ihtiyaçlara göre düzenlemesini bilmek ve bunu insanların ihtiyaçlarına faydalı hale getirme bilimidir”\' Dünyada siyasal İslamcılar hariç herkesin tanımı aşağı yukarı böyledir... Siyasal İslamcılar böyle tanımlardaki “sınırlı” ve “sınırsız” kelimelerinin yerini değiştirerek “sınırsız kaynaklarla” sınırlı “ihtiyaçları karşılama organizesidir” derler iktisat için.. Yani dünyada sınırsız miktarda madde /malzeme /imkan var. Bunlar asla bitmez.. Üstelik insanı israftan kurtarır ve islah edersek ihtiyaçları da sınırlandırırız, gel keyfim gel .! Ee, artık bununla ilgili sistemi kurmak kolay olur derler. Bir hayal ve felsefi sefalete dayalı bir itikatla bir ekonomi doktrin kuruyorlar. Oysaki reel dünya ve yaşam hiçte böyle ütopik değildir ve bu anlayıştan bir sistem çıkmaz. Aslında İslam ekonomisinin müellifi Es-Sadr\'da bir sistem veya ilim olarak bir İslam ekonomisinden değil de bir ideoloji olarak İslam ekonomisini yani doktrin olarak baktığını söylüyor.. Ve İslam ekonomik doktrini için; “Ekonomik hayatta sosyal adalete ilişkin temel kuralların tümünü kapsamasına alır” diyor. (syf.385.) Yani amaç ekonomi sistem değil herhangi bir sistemde adaleti sağlamak gayesi güdüyoruz diyor. Ama siyasi İslamcılar Kapitalist veya Kolektivist ekonomilerden ayrı bir 3.sistem olarak İslam ekonomisinin varlığını iddia ettiler.... Eleştirimiz işte bunadır. Yoksa İslami kural ve ilkelere uygun bir toplumsal iktisadi yaşamın varlığı hep olmuştur ve bu prensiplere uymakta imanın gereğidir..

“İslam ekonomisi” söylemi ve reteoriğide tıpkı İslam devletine benziyor ve onu tamamlamak amaçlıdır.. İslam’ın Emirü\'l muminini siyasallaştırıp devlet başkanı yaptılar. bu başkana birde devlet teorisini oluşturdular, bunlar yetmez rant ve çıkarlar için birde ekonomi lazım gelir dediler. İşte bunu da Necefli bir Caferi /Şia itikadına bağlı Alleme Muhammed Bakır es-Sadr yaptı (yalnız bu sadrın İranlı bedir tugayları lideri mukteda es-sadr ailesiyle bir alakası yoktur) Bin sayfalı dev bir eser yazdı. Gerçekten çok faydalı bilgiler içeriyor. Konunun özüne değinirsek

Ekonomik sistem; verili bir toplumda mal ve hizmetlerin üretim, tüketim, bölüşüm kararlarında benimsenen ilkeler bütününe denir..

Literatür toplumun mülkiyet ilişkisine göre Kapitalist ve Kolektif sistemler olarak iki sistem belirlenmiştir..

1-Bireyin mülkiyetine dayalı kapitalist sistem

2-Devlet/toplumsal mülkiyete dayalı Kollektif /sosyalist sistem

Bu iki sistemin özelliklerini birlikte taşıyan ekonomilerde “karma ekonomiler” olarak bilinir. Dünya iktisat literatüründe bunlardan başka bir sistem ismine rastlanmamıştır... M. Bakır es-sadr tezini delillendirmek için Peybamber efendimiz( sav) ve Halifeler döneminin ekonomi ilişkilerini inceleyip delil gösteriyor. O dönem İslam dininin kuruluş ve inşa dönemidi. tüm ilişkiler savaş durumu ve hukukuna göre düzenlenmişti. buna ekonomik ilişkilerde dahil. Savaş durumuna göre yapılmış iktisadi ilişkilerin sürekliliğinin olması mümkün değil. Yani savaş bir toplum ve devlet için kesintisiz ve sürekli değildir ki onu bir toplum /devlet\'in ekonomik sistemi yapalım. İslami ekonomik ilişkilerin bir ekonomik düzen içinde oluşması lazımdır. yani ilişkilerin İslami hukuk ve ahlaka (helel-haram) uygun olması başka birşey bu ilişkileri bir sistem ve model olarak isimlendirmek başka bir şeydir. Bu ikincisi sadece siyasal İslamcıların siyasi söylemleri için bir ikna ve ajite / propaganda aracıdır... Bakr es-sadr bir ekonomi için mutlaka gerekli devlet geliri için (Vergi, harç gibi) bulduğu en uygun kaynak Hums dur (Beyt\'ül mal) Yani savaş ortamında elde edilen ganimetlerden Peygamber (sav) ve varisleri için ganimetin 1/5 olan payı. Bunu da sadece savaş ganimetinin nasıl dağıtılacağı hakkında inen enfal süresi 41. ayetini tüm gelir ve kazançlardan da alınması gerektiğini söyleyerek uyguluyor. Çünkü 9 malın 1/40’dan alınan zekat ekonomik sistemin işleyişi için yeterli olmayınca ( Yüzde 2.5 ) ganimet paylaşımında devlet payına saydığı 1/ 5 yani Yüzde 20 olan hums\'u tüm kazançlardan alınacak devamlı bir kazanç vergisine çevirmiş ve buna delil olarak Hadis ve Şia imamların söylemlerini gösteriyor. İşin ilginci Ümmetin büyük kısmını oluşturan ehl-i sünnetin savaş ganimeti dışında kabul etmediği hums payını nerdeyse ana vergi (gelir ve kurumlar vergisi) yerine koyuyor. İslam devletinin gelirlerinin sadece Vahiye dayanması gerektiği halde tarih içinde buna hiç bir İslam devleti olarak bilinen devlet uymamıştır. Günün koşullarına göre bir sürü Şeri olmayan yani örfi vergiler alınmıştır. Memluklular Moğol istilası döneminde kelle vergisi, esnaftan mucamaah ve mushaharat vergileri almış, Selçuklular döneminde avarız, tavfir, muktave, kısmat, Osmanlılarda Avarız, ağnam, derbent, ispenç gibi “deli dumrul misali” vergiler alınmış. Bu devlet gelirlerinin hiç biri şer\'i değildi beşeridi ama başka çarede yoktu..

Diğer konuları da (para ve bank ) ilişkilerini bu bağlamda ele alarak Hiley-i şeriye metoduyla bir ekonomik doktrin kurduğunu iddia eder. Tıpkı İslam devleti gibi “İslam ekonomisi”ninde karşılığı yoktur ve pek çok Alim bununla alakadar açık bir Allah\'ın hükmünün olmadığını söylüyor.. Siyasi ve iktidarı hevesleri için zorlama ve kurgusal operasyonlarla yapılmış bir tezdir. Doğru durum; İslam’a uyan veya uygulanmış iktisadi sistemlerde İslam’a uygun olarak yaşamaktır..

Yine Şia bir aydın olan Ali Şeriati\'nin dediği gibi “Dindar bir toplumu ancak din adına, din alimleri kandırabilirdi. Ve öylede oldu...”

İslam ekonomisi kavramı daha tam anlaşılmadan bölgemizde “Demokratik Ekonomi” saçmalığı çıktı.. Hemde bununla ilgili yapılan Kongreyi koca-koca adamlar dinliyor ve hata bazı akademisyen olduğu söylenen zevatlar tebliğ bile sunuyordu. Bu kadarıda pes yani...

11--02-2015

Abdulnasır Sönmez

7438 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:14:12:44
x