Filistin-İsrail Sorunu ve Akıl Vicdan Muhakemesi

<b><strong>(Fi tarihten beri süregelen amca çocuklarının kavgası)</strong></b><br><br>Kutsal Kitaplarda ve diğer yazılı kaynaklarda geçen ve en az 3000 yıldan beri devam eden bir toprak ve hâkimiyet kavgasıdır, Be.

Abdulnasır Sönmez

27.07.2014, Paz | 16:11

 Filistin-İsrail Sorunu ve Akıl Vicdan Muhakemesi
Makaleyi Paylaş
(Fi tarihten beri süregelen amca çocuklarının kavgası)

Kutsal Kitaplarda ve diğer yazılı kaynaklarda geçen ve en az 3000 yıldan beri devam eden bir toprak ve hâkimiyet kavgasıdır, Beni İsrail ile Kenan halkından olan Filistinliler arasında. Diğer Beniâdemler için kabak tadı vermiş bir mücadeledir bu artık. Bazen insanlığı ve vicdanları allak bulak eden, bazen taktikleri hayranlık kazandıran azim ve başarı adına ne varsa konuşturan ve hiç bitmeyen bir senaryodan alınmış bir dizi film gibidir. Aksiyon, macera, aşk, ihtiras, vahşet...

Bu içerikteki bir yazıda en sondan söylenmesi gerekeni en başta söyleyerek makalenin devamına geçeceğim. Azıcık vicdanı ve imanı olan birisi İsrail hükümetinin bu asimetrik ve orantısız güç kullanımını kabul edemez. Sivil ve savunmasız yüzlerce masum genç, yaşlı ve çocuğun inancına, cinsine, düşüncesine bakılmaksızın katledilmesi, Ne adına ve hangi amaçla olursa olsun kabullenecek bir durum değildir. Böyle bir müdahale ve katliamı şiddetle kınamak, biran önce durdurulması ve taraflara itidal çağrısı yapılması bir insan ve Kürd evladı olarak görevimiz olmalı…

Kaderimiz budur, Allah’ın bize biçtiği taktir budur ve biz bu kadere razıyız deseler de, (ki öyle inanıyorlar, ama bazen asilik yapıp itiraz ediyorlar inancı bozuklar), yaşam pratiklerinde her şeyi abartan ve insafları dengede olmayan Beni İsraillileri de merhamete davet etmek lazım. Yoksa tüm Filistinlileri tek bir bombasıyla yok etse kim ne diyecek? Müslüman Uleması buna kaderi ilahi deyip tarihteki Kerbela, Zalim Haccac ee- sekafi\'nin Medine ve Mekke Baskınları, Kermatilerin Hicaz Zülmü, Hulagünün Bağdat çıkartması vb. vahşet sahnelerinde takındığı tavır gibi, bunu da 10 yıl sonra unuturlar ve diğer insanlarda biraz serzenişten sonra algı operasyonlarıyla her şeyi dinlendirirler.

Hicri 35’ten sonra (MS-656) Beniumeyye kabilesinin kurduğu Emeviler, fitne ve fetret dönemini kendi hâkimiyetlerini sağlayarak bitirmek için akla hayale gelmeyen yalan, şiddet, zulüm ve hilelere başvurdular. İtiraz edenleri ve bunu kabullenmeyenleri tehdit, öldürme ve küfürle suçladılar. Bunlardan biride Büyük Alim Hasan el-Basri (ra) idi.

Halife Abdulmelik b.Mervan, kendisine tehdit de içeren, ama daha çok ayet ve hadislerle süslenen ve olanların aslında Allah’ın kaderi olduğunu, buna muhalefet etmenin doğru olmadığını ve imanı zayıflatacağını yazan ve sitemlerde bulunan bir mektup yolar. Aynı dönemde Emeviler’in kurguladıkları kader teorisine karşı itiraz eden Ma\'bed el Cüheyni ve Gaylan es-Dimeşki nin öldürüldüklerini de ilave edelim.

Hasan el-Basri hiç korkmadan halifeye bir cevap yazar ve şöyle der:
\'\'Ey Müminlerin emiri! Bilmiş ol ki Allah yapılacak olanları kesin olarak önceden takdir etmemiştir. Fakat öyle yaparsanız size böyle yaparım, böyle yaparsanız size söyle yaparım diyor ve fiilleri ancak amellere göre cezalandırıyor. Allah kendisine ibadet, dua edilmesini ve kendisinden tedbirden sonra yardım dilenmesini emrediyor. Ve Kur\' anda \' Biz herkesin kaderini kendi tercihine bağlı kıldık der \'. Dikkatli ol! Sakın, “Allah’ın yasakladığı bir şeyi kullarına kader olarak yazmıştır, kulları ile emrettiği şeyler arasına girmiştir, yazdığı kadere aykırı olarak çağrı yapan peygamber göndermiştir, sonra hem doğru yola girmeyi müsaade etmeyip hem de doğru yola girmediler diye kullarını ebediyen azap edecektir” diye deme! . Zira Allah, zalimlerin iftiralarından beri ve yücedir \'\'...

Bunları şunun için yazıyorum. Müslümanlar, iktidarların, devletlerin ve saltanatların yaptıkları zülüm ve haksızlıkları gizlemek ve kabullendirmek için din ve iman maskesi altına her şeye razı bir anlayışa inandırıldılar ve bu dünyada her şey önceden takdir edilmiş, yapılacak hiç bir şey kalmamış, bilimi, çabayı, uğraşı üretimi ve insanı yaratılışı boş vermişler. “Böyle davranarak asi olmazsanız ebedi mutluluk sizi bekliyor”a inandırıldıktan sonra yapılacak hiç birşey yoktur. 5 milyonluk bir İsrail, 200 milyonluk bir Arap toplumunu 1948-1957-1967-1972’de ve her zaman ve her kulvarda yener, rezil ve kepaze eder..1967’deki 6 gün savaşında Mısır’ın Rusya’dan savaş için aldığı ve bütün Müslüman coğrafyasında böbürlenerek caka sattığı uçaklar daha tek bir dalış yapmadan havaalanlarında İsrail uçaklarınca imha edildiler. Cemal Abdul Nasır yine Arapların kahramanıydı. Çünkü olanlar ilahi kaderdi. Kim ne yapabilir ki? Elbette İsrail’in bu zulmüne karşı itiraz lazım, ama asıl zulüm Müslümanları ve özellikle Arap toplumunun bu saçma yanlış insanlık dışı tembelliği ve anlayışıdır.

Bir örnek daha: Osmanlı ve Rusya imparatorlukları tarihte ortalama olarak 20-25 yılda bir karşılaşıp savaşmışlar yani en az 10-15 savaş eder bu. Yahu bir tek savaşta bile olsa Osmanlı kazanmamış. Be insaf! Bir kez olsun kazara bile olsa bir üstünlük elde etmez mi insan? Ama hayır mümkün değil. Yanlış anlaşılmasın. Osmanlı taraftarı olduğum için değil, Müslüman coğrafyasının niye bu kadar başarısız olduklarının fotoğrafını çekmeye çalışıyorum. Bunlar kader değildir, ama akılsızlık, tedbirsizlik, plansızlık, cahillik ve aptallık bu neticeleri kader yaptı bize. Hâlbuki Müslüman coğrafyası da diğer Semavi din Mensupları gibi bilimde, sanatta, felsefede, imalatta, tıpta ve benzeri diğer dallarda üretken olsaydı, hem bu ve benzeri mağduriyetler yaşanmaz ve hasımların vicdanlarına terk edilmezlerdi, hem de dünya insanlığı rahata ulaşır ve üretken bir coğrafyaya kavuşurdu. Rekabetle daha üretken ve akıllı davranışlar sergilerlerdi. Ve dünyada rahatlardı. Nerdeee!!! Bir kaç dönem hariç 1400 senedir bu böyledir. Gelen vurmuş giden vurmuş. Öyle bir durum ki rakipler bile rahatsızlar bu dogmatikten, durağanlıktan beceriksizlikten, üretememezlikten. Sadece mağdurları oynamak kaldı İslam coğrafyasına

İsrail - Filistin arasındakine savaş bile diyemiyoruz. Fil ile farenin çatışmasına savaş denilmediği gibi. Bu çatışmanın gerçekliğiyle ilgili birkaç tespitte bulunmak lazım:
1- Bu bir Müslüman-Yahudİ din savaşı değildir!
Bu hâkimiyet ve toprak savaşlarının olduğu 3000 yıl önce İsrailoğulları İslam’ı temsil ediyorlardı. Filistinliler putperest veya hak dininden değildiler. O zaman yine böyle hakimiyet ve toprak savaşları vardı. 3000 yıl sonra yine aynı amaçla savaş var. Demek ki bu bir din ve iman savaşı değildir. O zaman savaş komutanları Davut ile Calut idi. Bugün savaşanlar Zahal (İsrail ordusu) ile Hamas\' tır.

2- Türkler bir çarpıtmayı hep dillendiriyorlar. Oysa bu dedikleri doğru değildir. Güya Yahudi Diasporası Osmanlı ve dolayısıyla Sultan Abdülhamit’ten Filistin’e yerleşmek için belli menfaatler karşılığında toprak talebinde bulunmuş ve Yahudilerin Filistin’e göçü için izin istemiş, lakin Halife Abdülhamit Han izin vermeyerek, bu öneriyi ret etmiş.
Bu külliyen yalan bir resmi tezdir. Abdülhamid’in ret ettiği Osmanlı sınırlarındaki Yahudilerin Filistin’e göçüydü. Ama Rusya-Çarlık imparatorluğundan 40-50 bin Yahudi’nin Filistin’e göçüne evet dedi ve onlarda 2 yıl içinde gidip yerleştiler. Bu rakam o zamanın koşullarına göre bayağı iyi ve moralman yüksek bir göç dalgasıydı.

3- Birleşmiş Milletler 1947 \'de 181 nolu kararla bağımsız İsrail ve Filistin devletlerinin kurulmalarını kabul etti. Tartışmalı toprakların % 53 \'ü İsrail devletine % 44,3 \'ü Filistin devletine ve geride kalan Kudüs Şehri gibi az bir toprağı da Corpus Separatum (kimseye ait olmayan statü) yapacaktı. Ve BM adına yönetmek üzere tarafsız ülkelere bıraktı. Yahudiler uyanıklık edip biraz daha toprak genişleterek 1948’de David ben-Gurion öncülüğünde İsrail devletini ilan ettiler Filistinliler İsrail’i tanımayacaklarını söyleyip itiraz ettiler ve devlet kurmadılar. Yahu devletini kur sonra yine itiraz et. Yok, olmaz deyip diğer Arap ülkelerinin elinde oyuncak olmak için hayır dediler. Ve bütün toprakları istediler. Yani “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan da oldular”. 1967’de BM’nin 242 VE 1973’de BM’nin 338 nolu kararlarıyla İsrail’in 1947 sınırlarına çekilmesini ve Filistin’in İsrail’i tanıma kararını kabul edip devletleşmesini önerdi. Filistin tarafı her seferinde de bunu kabul etmedi.

İsrail’in ilk kurulduğu günden itibaren bütün müsaadelerinde Filistin halkı mağdur olmuş, sürgün edilmiş, zulme uğramış ve bu mağduriyetleri diğer zalim Arap ülkelerince suiistimal edilmiştir. Mesela Ürdün’e sığınanlara Kral Hüseyin’in yaptıklarını İsrailliler yapmadı. Ve bu ülkeler, bu mağduriyeti kendi iç politikalarında halk popülizmi olarak tükettiler. Filistin’in analarına, çocuklarına, kadınlarına, savaşan gerillasına yazık. Bu meseleyi çözümsüz bir hale sokanlar İsrail devleti kadar vicdansız ve suçludurlar.

4- İsrail Dünya kamuoyuna BM \'in bütün kararlarını kabul edeceğini deklere ediyor. Tek bir şartı var. Filistin, Arap ve diğer ülkelerin İsrail Devletinin varlığını kabul etmeleri ve var olma hakkını güvenceye almalarıdır. “Bende Filistin’in Devlet olma hakkına yardım edeceğim ve hatta kalkınması ve gelişmesi için elimdeki tüm maddi ve teknolojik imkânlarımı kullanacağım” diyor.
Şimdi Eğri oturup doğru konuşalım. Eğer dedikleri bunlarsa ve dek-dolapsız başka hileler yoksa, bu çözüm yolu her iki taraf, dünya ve duygusal acı çeken tüm Müslüman topluluklar için en iyi yol değil mi ? Nereye kadar bu inat ve akılsızlık?

22 Arap ülkesinin en az 20’sini BM kararları ve ABD ile Avrupa devletlerince kurulmadı mı? Kaç tanesi kendi imkanlarıyla kuruldu? Niye onlara itiraz yok da bitek İsrail’e var?

El-Fetih İsrail ile uzlaşmıştı. 1974 Camp-Davit’te diğer Arap ülkeleri de anlaşma şartlarını kabul etmişti. Kudüs, Doğu ve Batı diye ikiye ayrılacak, Mescidi -Aksa ve Kubbe-i Sahra\'nın üzerinde olduğu Harem-i Şerif \'in üstü Müslümanların Altı da Yahudilerin ibadetlerine tahsis edilecek, Hristiyanlar da kendi kutsal mabetlerinde özgürce ibadetlerini yapacaklardı ve Filistinliler de devletlerini kuracaktı. Ama Suriye ve Baas partilerinin devreye girmesiyle anlaşma bozuldu. Bugüne kadar çekilen acıların müsebbibi işte bu Sosyalist -Arap Faşist partinin aklıdır.

5- Tüm bu gerçekliklere rağmen İsrail’in masum insanları katletmesi kabul edilemez insani, İslami ve vicdani bir meseledir.

Kürdün ilacı olsa kendi keline sürecek önce de! Ama iki halkın da barış içinde yaşaması en büyük arzusudur ve duaları da bu yönde olmalı. Ne birilerinin faşizan ve akılsız histerikleri gibi İsrail ve Yahudiler yok olana kadar mücadele edeceğiz saçmalıklarına tabi olunmalı, ne de İsrail’in Kürdlerin devletleşme taraftarlığından dolayı masum insanların katledilmelerine sesiz kalan “Zülüm karşısında susan dilsiz şeytan” olmalı. El -fetih tugaylarının Kürdlere karşı savaşan Saddam zalimine destekleri veya Hamas\'ın Bağımsız Kürdistan’a karşı açıklamalarını unutmayacağız ama vicdanlarımızı da gömmeyeceğiz.

Tevrat\'ta İşayahu Peygamberin Kudüs için bir Duası var:

Kudüs’te sevinip coşacağız ve onda yaşayanlarla birlikte mesut olacağız. Ve artık onda ağlama sesi ve feryad-u figan sesi işitilmeyecek…
Kurtla kuzu birlikte oturacaklar, ve aslan sığır gibi saman yiyecek…”
AMİN!


27.07.2014
Xwendeq Benahol (Abdul Nasır Sönmez )
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
8639 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:05:03:34
x