Şıvan Perwer ve Değerler

Kurdistan Press’in eski sayılarını karıştırırken, 30 Eylül 1992’de yayınlanan dergide Şıvan Perwer’in bir yazısına rastladım.

Neval Çelik

30.11.2013, Cts | 17:14

Şıvan Perwer ve Değerler
Makaleyi Paylaş
Kurdistan Press’in eski sayılarını karıştırırken, 30 Eylül 1992’de yayınlanan dergide Şıvan Perwer’in bir yazısına rastladım. Mektup biçiminde yazılmış bir yazı. Üst başlıkta şöyle bir sözü yer alıyor: ‘ TARİH, KENDİSİNİ İNKAR EDENLERİ AFFETMEZ, BAĞIŞLAMAZ’. Kullanılan fotoğrafın altındaysa ‘ Yüce değerlerin inkar edildiği vatan parçası özgür olamaz!’. Yazının altında ise küçücük bir dip not duruyor: ‘Bu yazı Türkiye’de yayınlanan bir Kürt gazetesine gönderildi, fakat yayınlanmadı. Bu nedenle Kurdistan Press gazetesine gönderildi.’...

Şimdi geri dönüp bakıyorum da, aynı yıl bir ay içinde Güney Savaşı ardından, anlaşma gereği YNK peşmergeleri tarafından otobüslerle taşınırken bizi Ranya’nın aşağısında bir seyterede bırakmışlardı. Kavga çıktı o zaman. Çünkü güç yorgundu, bitkindi. Yaşı küçük olan çok sayıda arkadaş vardı. Otobüslerin biraz daha gitmesi gerekiyordu, en azından dağın eteğine... Kabul edilmedi. Herkes otobüsten indirildi. Arkadaşlardan biri, ‘ulan bunların dinlediği Şıvan’ı ben bir daha dinler miyim..’ deyince algıladım derinden gelen müzik sesini. Ben Şıvan’sız büyüyenlerdenim, Kürtçesiz.. Bu tür yaşanmışlıklarda buldum hep bu gerçekleri, nedenleri, sonuçları.. Şıvan’ı da.... Peki Şıvan Perwer, hangisi olduğunu hatırlayamadığım o parçasını okurken, acaba, birgün, Kürtler birbirini vuracak ve birbirini esir alırken bu parçam çalınacak ve bir Kürt genci bunu söyleyecek diye aklından geçirmiş olabilir mi? Kesinlikle hayır. Bu bizim ahlakımız.. Öfkelerimiz topyekundur. Birinden nefret eder, sülalesine küfredereriz. Bir hatasına kızar, tüm ömrünü mahkum ederiz.... Empati yapmayız, anlayış göstermek için zorlamayız kendimizi. Kimse bunu bizim için yapmamış çünkü. Tam tersine horlanmış, itilmişiz, hiçe sayılmış, tüketilmişiz. Gücümüz ele yetmez ama birbirimizden kolay çıkarırız acısını. Tıpkı Şıvan’a yaptığımız gibi. Oysa O kendisini nasıl tanımlamış: ‘Ben Şıvan Perwer. Sizin Şıvanınız... Çoğunuz beni türkülerimden tanıyor. (........) İçiçe yaşadık hep; türkülerimizi, şarkılarımızı birlikte yaptık, birlikte söyledik. Dedim ya, sizler beni Şıvan yaptınız. Ben de müzikte Şıvanlığımı sürdürüyorum..’ Bir de ne çabuk siliveririz yüreğimizden. Parçalanmaya, bölünmeye ne kadar meyilliyiz. Parçalanmak bizde, bütün olmaktan daha çok sempati yaratır. Daha bir caziptir. Bir sol hastalık olarak sekterizmin popülerliğidir bu aslında. Kesip atmak daha ‘devrimci’ bir tutumdur bize göre. Bu daha makbuldür. Bunu başarabilen bir çırpıda ağzının payını verebilen, lafı en çok gediğine oturtan, en acımasız eleştirebilen ve en rahat silip atabilen ‘devrimcidir’. Oysa orada ezilip geçilen bir geçmiş, bütün acısıyla, emeğiyle, iyisi-kötüsüyle geçmiştir. Hatta belki de gelecektir. Bunların sorumluluğunu taşımayız. Çünkü, köklerimize dönmüyoruz. Köklerimize ilgi duymuyoruz. Ne olursak olalım, egemenlerimizin değerlerini sahiplenmek içten içe bize daha rahat geliyor. Kürdistan düşüncesi neden tartışmaya açıktır bugün? Bunu sormayız kendimize. Oysa hepimiz biliyoruz ki Kuzey’de bu düşünce en fazla nüfusun yarısınındır. Neden? Çünkü, köklerinden, kendi değerlerinden bihaberdir. Onun için kendimizden olana çok rahat saldırabiliyor, tüketebiliyoruz.

Oysa Şıvan Perwer buna duyduğu acıyı ne güzel ifade etmiş: ‘ Ben yetmişli yılların sesiyim. Çoğunuzun babaları türkülerimle evlendi, yuva yaptı, sizleri büyüttü. Çoklarınız sesimle, müziğimle büyüdünüz, kavgaya atıldınız. Çoklarınız müziğimi bir silah gibi kullandı sömürgecilere karşı... O dönemde müziğimle gözlerini Kürdistan topraklarında açanların bir bölümü şimdi elde silah dağlarda sömürgecilere kurşun sıkıyor. Bir Kine Em? Bir Cane Cane, bir Xezal Xezal namluda kurşun, yürekte sevdadır... Ben düşmana sıkılan her kurşunda varım. Sesim ve türkülerim sınır tanımıyor. Bugüne değin Kürdistan’ı sömürgeleştiren devletler hep başımı istediler. Yirmi yıldır o topraklara hasret kaldım. Hergün, her an ölümle göz gözeyim. Her sahne kanlı bir pusudur yaşamımda. Ama düşman bu... Asar da keser de. Düşmanı anlamak zor değil. Esas zor olan, anlaşılmayan kendi içimizdeki sinsi ve uğursuz seslerdir...’

Yıl 1997 ya da 98’di... Almanya’nın bir şehrinde Şıvan Perwer’in konser vereceği haberi geldi. Biz de ‘devrimci, militanız’. Gençler, konseri basalım diye öneri getirdiler. Bu öneri reddedilmezdi. Çünkü Şıvan Perwer BİZDEN değildi. Ve bizden olmayan zaten hiçbirşeydi. Konser basıldı. Yanlış değilsem sahneye ne varsa atıldı. Daha acı olan da bu gençliğin çok başarılı ve sonuç alan bir eylemi olarak rapor edildi. Bunu anlattım çünkü, çok derin yaraları olan bir gençlik var ortada. Bize aile özel savaş kurumudur dendi, anamızın babamızın yüzüne bakmadık. Onların terbiye olarak verdiği herşeyi mahkum ettik, gerilik addettik. Din uyuşturucudur dendi, ahlaki değerlerini yerin dibine soktuk. Toplum ilişkileriyle tuzaktır dendi, toplumsal değerleri küçümsedik. Tarihi zaten kendimizle başlattık, köklerimiz bizim tarihimizdi. Ve bunların yerine konulacak hiçbir şey yoktu. Dar ideolojiler dışında... Değer, kültür vs... herşey bu zemin üzerinden şekil alınca, Şıvan Perwer kimdi ki.... O ise diyordu ki: ‘Yanılmıyorsam şu son zamanlarda bana karşı yükselen bu denli talihsiz ve saygısız sesleri duyuyorsunuzdur. Düşman atımıza binmiş dörtnala koşturup duruyor düzlüğümüzde. Ama unutulmasın, beni sizler yarattınız. Eğer bugün bir ‘ulusal ozan’ olarak tanımlanıyorsam, bu tanımı, bu gururu sizler bana verdiniz. Ne acıdır ki, bazı kişiler, bazı örgütler sizlerin verdiği bu yüce değeri benden koparıp, kendi dengbejleri konumuna getirmek istiyorlar. Sorun budur işte....’

Bir de şöyle bir sorun var; hepimiz kendi penceremizde birer tanrıyız. Gerek kişi, gerek örgüt penceremizde.. Farklılıklardan, hele farklı düşüncelerden nefret ederiz. Bu konuda tüketiciyiz. Sanatçıyı sanatıyla, esnafı işiyle, tüccari pazarıyla ele almayız. Herkes siyasetin parçasıdır bizim için. Böyle düşünür ama asla onları siyasetin belirleyeni kılmayız. Onlar her daim arkamızdan gelmesi gerekenlerdir. Şıvan Perwer, uzun mültecilik yılları ardından, ülkesinin başkanının yanında doğduğu topraklara döndü. Bu elbette bir tavırdı. Kendi değerleri arasında öne çıktığı için barıştan yana tutum koymak istedi. Bunun siyaseten oturduğu gerçek herkesçe farklı değerlendirilebilir ama O sanatçı kimliğinden soyularak aşağılanıp horlanamaz. Öyle ki, sömürgecilerimizin insaf şemsiyesi altına bırakılamaz. Bu da bizim ulusal onur sınavımızdır. Bunu defalarca söyledim; Yahudiler bu konuda çok onurlu bir kavimdir. Onlar kazanırlar.. Çünkü değerlerini biliyorlar. Fakat biz bu birbirine ucuz yaklaşan tavrımızdan vazgeçmediğimiz sürece kaybetmeye mahkumuz. Yine Şıvan’a dönelim; ‘

Düşmanlarımız yıllardır Zembilfroş’u yasaklamışlar. Cıziri’yi, Feqiye Teyra’yı, Ehmede Xani’yi kelepçelemişler. Ben bu bilinçle hareket ederek bu kültür mirasımızı gün ışığına çıkarmaya çalışıyorum. Uzun yıllar hep bu konuda çalıştım, kafa yordum. Tüm bu destanları, şiirleri, olayları orjinallerine sadık kalarak günümüze uyarlamak istiyorum. Hem de kendi olanaklarımla. Yani Kürt örgütlerinin, Kürt partilerinin, diğer demokratik kurumların yapması gereken şeyleri ben kendim yapıyorum. Çünkü çoğu örgüt ve partilerimiz ne yazık ki bu gerçeğin bilincinde değiller. Bugün eğer Kürt Halkı tarih sahnesinde kendi kimliğiyle varım diyorsa, kültür konusunda dünya halklarıyla boy ölçüyorsa, bu değerler sayesindedir. Bu değerleri, tüm yasaklar, tüm barbarlıklar yok edemedi. Kendilerini tüm bu yüce değerlerin üstünde gören seroklar bile yıkamayacaklardır. Tarih kendisini inkar edenleri affetmez, bağışlamaz. Kendilerine ulusal kurtuluş hareketi adını takanlar bu yüce değerlere sahip çıkmadıkça, hiçbir dağı, bir karış vatan toprağını bile kurtaramazlar. Çünkü bu yüce değerlerin inkar edildiği bir vatan parçası özgür olamaz, Kürdistan olamaz...’

Son olarak; Şıvan Perwer bir insandır. Etten, kemikten... Her canlı gibi yaşar ve yaşasıkları ona birşeyler katar, ondan birşeyler götürür. Buna rağmen bizim insanımızdır ve ulusal ozanımızdır. Eğer kendimize bir parça saygımız varsa onun yıpranmasına izin vermeyiz, değil ki kendimiz yıpratalım... Mesut Barzani ve Şıvan Perwer’in Amed ziyareti sırasında yaşananlar bizim gücümüzü de zayıflığımızı da açığa vurdu. Değerlerimize sahip çıkarak gücümüzü büyüteceğimizi de. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

14067 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:03:55:10
x