Kürdistan: Yekpare Taşı

Türk ve İran Cumhuriyetleri Kerkük konusunda tavırlarını ortaya koydular. İran; DAİŞ’in saldırıları karşısında Kürd savaşçıların kanıyla elde edilen siyaset gücünün kazandığı ittifakları ve bu ittifakların oluşturduğu yeni dengelerin Kürdleri nereye taşıyabileceğini okuyordu. Buna karşı tedbirler geliştirmekten, oyun kurmaktan hiç vazgeçmedi. PKK, Haşdi Şabi kozlarını da hâlâ elinde tutuyor.

Neval Çelik

05.04.2017, Çar | 16:40 [ Güncellenme: 05.04.2017, Çar | 16:46 ]

Kürdistan: Yekpare Taşı
Makaleyi Paylaş

Bakar mısınız, Kerkük Kürdistan sınırlarına dahil edildi. Ninova da gündeme girdi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumunun kısa süre içinde yapılacağını açıkladı. Bağımsızlık için ezici çoğunlukla evet çıkacak referandum, Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılacak. Ki bu durum referandum sonucuna uluslararası düzeyde meşruiyet kazandırmak demektir.

Kürd halkı olarak, an be an Bağımsız Kürdistan’a doğru ilerleyen zamanı yaşıyoruz. Öyle bir duygu yaratıyor ki bu, hani içindeki çocuğu salıversen yakalayamazsın, öyle çırpınıyor içinde. Ama salıveremiyoruz işte, şimdi değil. Çünkü tarih, düşmanların Kürdistan konusunda ne kadar fütursuz, sınırsız ve zalim olduğunu; hayat ise hep uyanık ve temkinli olmayı öğretti.

Kürdistan Ortadoğu’da yekpare taşıdır. Üzerine binen taşların esaretindeki yekpare taşı… Küçük bir hareketlenme, üzerindeki taşları sallıyor. Tüm canlı ilişki kategorilerinde mülk maliki yok etme potansiyeline sahiptir. Çünkü taşıdıkları nüveler çoğunlukla tezat olsa da özünde eşdeğerdir. Örneğin korku, öfke, acı güçsüzlüğü besler ve doyurduğunda ortaya bir çeşit gücü çıkarır. Kibir, kaybetme kaygısı, bencillik vs gücü besler ve doyurduğunda ortaya bir çeşit güçsüzlük çıkarır. Bugün Kürdistan ve egemenleri, dış etkenlerin de etkisiyle bu nüvelerin yarattığı güç dengesi durumundadırlar. Güçlendikçe hareket imkânı kazanan yekpare taşı… Doğal olarak sallanan Türkiye, İran, Irak ve Suriye… Bir ‘Kımıl’ için yargılanan Musa Anter bugünü güzel belirlemiş aslında: ‘ Anadilim (varlığım) sizin temellerinizi sarsıyorsa, evinizi benim arsama kurmuşsunuz demektir’.

Türk ve İran Cumhuriyetleri Kerkük konusunda tavırlarını ortaya koydular. İran; DAİŞ’in saldırıları karşısında Kürd savaşçıların kanıyla elde edilen siyaset gücünün kazandığı ittifakları ve bu ittifakların oluşturduğu yeni dengelerin Kürdleri nereye taşıyabileceğini okuyordu. Buna karşı tedbirler geliştirmekten, oyun kurmaktan hiç vazgeçmedi. PKK, Haşdi Şabi kozlarını da hâlâ elinde tutuyor. Tarihin en derin devlet geleneği ve bunun siyaset kabiliyetine sahip iki devletten biri olan İran, Kerkük konusundaki tepkisini gayet ‘naif’ bir tonda dışa vurdu. Bunun nedeni her türlü olasılığı göz önünde bulunduruyor olmasıdır. Gölgelerini savaştırır. Kendisi duruma göre tavır geliştirir. Ve inanıyorum ki bu durumlardan birini Bağımsız Kürdistan ihtimali olarak değerlendirir ve hesap yapar. Buna karşılık Kürdler de tuzaklarla dolu bir politik ilişki ağında tedbir geliştirerek ilerlemek zorundadırlar.

Türk Devlet geleneği eklektiktir. Kemalist siyasetin kökleri inkâra dayandığından, katıdır. Esnek değildir. Ya baş keser ya baş eğer. İslami siyaset kıvrak bir kabiliyete sahiptir aslında. Fakat Türkiye Cumhuriyeti gerçeğinde Kürdistan ve Kürdlerin hakları sorunu, siyasetin her biçimini kendisine bağımlı kılıyor ve biçimlendiriyor. Türk Devleti’nin Kerkük konusundaki tavrı çok çiğ ve uç oldu. Oysa kendi hatalarının ve katılığının sonucu olarak yaşadığı parçalanma sendromunun dışa vurumudur. Kürdistan Bölgesel Yönetimi başta olmak üzere hemen her çevre Kürd sorununun siyasal çözümü konusunda, anayasal çözüm konusunda adım atması gerektiği yönünde talep ve önerilerini defalarca dile getirdi. Ancak süreç at gözlüğüyle okundu ve umuyorum ki, yaşanan gelişmeler Türk Devleti tarafından bu sefer de ‘Güney tarafından kandırıldık’ gibi apolitik argümanlarla değerlendirilmez.

Cin şişeden çıktı bir kere… Kürdistan’ı bir kez daha tarihin derinlerine gömmek için, insanlığın son on yıllık hafızasının sıfırlanması gerekir. Bu mümkün olmadığına göre, dünya haritasında Kürdistan’a da yer açıldığını kabul ederek politika belirlemek gerçekçi tutum olur. Devlet tavrı da bunu gerektirir. Çünkü Kürdistan hangi gerekçe gösterilirse gösterilsin, işgal ve ilhakı sineye çektiği zamanı ve yalnızlığı geride bıraktı. Bunlar mutlaka eylemin sahibine zarar verir.

‘Bir gün mutlaka’ diyerek uğruna ömürler, canlar adanan Kürdistan hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşüyor. Yeni Kürd nesilleri bir hayalle değil, gerçekle yaşayacaklar. Anayasası Kürdçe olan bir Kürdistan… Pasaportunda Kürdistan yazan Kürdistan vatandaşları… Ülkelerinin demokrasisi, ilerlemesi için çalışan, mücadele eden bir halk… Kürdistan’lı sanatçılar, sporcular Kürdistan’ı temsilen dünyaya açılacak. Bebekler özgür Kürdçeyle ağlayacak gülecek, gelinler özgür halaylar çekecek, dostlukların da kavgaların da arasında yabancılık olmayacak. Kürdistan’da olsun olmasın dünyanın herhangi yerindeki herhangi bir Kürd bu ruhla yaşayacak…

Türk Devleti ne yapacak? Kürdlere karşı topyekûn savaş anlamı taşıyan tehditlerle; ömrü boyunca Kürdistan’ı aramış ve ona ulaşma şansını elde etmiş böyle bir ruhun karşısında mı duracak? Kürdlere ölümün her türlüsünü ve ölümü umursamamayı sizler öğrettiniz. Savaşı da, siyaseti de öle öle öğrendi Kürdler. En dipteyken, kan revan içindeyken, yaraların en derinini yüreklerinde taşırken öğrendikleriyle yaşamak için direndiler. Bu ruhu iyi okuyun, yoksa yanlışa düşersiniz.

Tüm Kürdistan karşıtlarına şu sözü tavsiye ederek bitireyim: ‘ Canlı hakikate yönelen yanılgı, ölü hakikatten daha verimlidir’.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
21410 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:06:14:56
x