Şii-Sünni kavgasında Kürtler hakem, Kürdistan yüce divandır

Bu bloklaşmada Türkiye ve İran’ın Kürtlere karşı tarihsel gayri samimi ve araçsal yaklaşımları bir tarafa; bu ülkeler mevcut siyasi denklemde Kürtleri bir bütün olarak mı yanlarında istiyorlar yoksa parçalı olarak mı yanlarında görmek istiyorlar? Soruyu daha da somutlaştırırsak örneğin Türkiye tüm Kürtleri mi yanında görmek istiyor yoksa sadece Güney Kürdistan’ı mı yanında görmek istiyor?

Şahidin Şimşek

14.12.2015, Pts | 16:53

Şii-Sünni kavgasında Kürtler hakem, Kürdistan yüce divandır
Makaleyi Paylaş

Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani\'nin son Suudi Arabistan ve Türkiye ziyareti Ortadoğu’da şekillenmekte olan yeni siyasal denklemin mahiyetini biraz daha belirginleştirdi. Hiç şüphesiz her gelişmenin bir tarihi arka planı vardır fakat Ortadoğu coğrafyası çok keskin ve beklenmedik bir hızda bir Şii-Sünni bloklaşmasına mahkum oldu. Sayın Mesut Barzani de Ankara’daki Kürt partileriyle yaptığı toplantıda bu meseleyi çok ciddi ve tehlikeli olarak gördüğünü ve önümüzdeki süreçte Kürtlerin bu sorunla yüzleşmek zorunda kalacağını belirtti Suudi Arabistan ve Türkiye önderliğindeki Sünni blok ile İran liderliğindeki Şii blok önümüzdeki süreçte Irak ve Suriye’de nihai bir hesaplaşmaya kesin olarak gidecekler. Asıl mesele Kürtler bu bloklaşmada nerede ve nasıl duracaklar? İkincisi ise bir bütün olarak yani Rusya da dahil Batı bu bloklaşmada nasıl bir rol oynayacak?

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var: Hiç şüphesiz son iki yüz yıllık tarihlerinde hiçbir zaman Kürtlere bu kadar bölgesel ve küresel güçlerin oyun planında ihtiyaç duyulmadı. Bu, bir yandan bir fırsat diğer yandan bir tehlike. Kürtler doğru bir tercih yaparlarsa bir fırsat yanlış bir tercih durumunda ise soykırıma kadar gidecek bir risk, bir tehdit. Kürtler öncelikle hem tehlikeli bir durum hem de tarihi bir fırsat olan bu rol talebine farklı bloklarda farklı yapılarıyla mı cevap verecekler yoksa bir bütün olarak tek blokta yer alarak mı cevap verecekler? Üçüncü bir şık olarak da bu bloklaşmada yer almayarak Batı’nın da nabzını gözeterek tarafsız mı kalacaklar? Ne yazık ki Kürtlerde bir milli hariciye kurumu ve aklı olmadığı için tüm bu sorulara şimdilik cevap verecek kimse yok. Fakat iki ana Kürt siyasi hareketinin uluslararası ilişkilerine ve tarihsel siyasi arka planlarına bakarak Kürtlerin nerede ve nasıl bir rol alacaklarını aşağı yukarı tahmin edilebilir. Söylem düzeyinde her ne kadar her iki taraf da bu bloklaşmada yer almak istemediğini belirtse de pratik ilişkiler ve girilen siyasi angajmanlar bu söylemlerin inandırıcılığını ortadan kaldırıyor.

Tabii işin bir de reel politik tarafı var. Kürtler her şeyden önce bağımsız bir irade ile bir tercihte bulunabilecek durumda mıdırlar? Kürtlerin şartları ne yazık ki pek bağımsız ve tarafsız kalmalarına müsaade etmiyor. Hatta şartların dayattığı konumlanmaları bu rol talebine bir bütün olarak ve tek tarafta kalarak cevap vermelerini bile adeta imkansızlaştırıyor. Açıkçası Kürtlerin durumu iki ipte oynayan bir cambazın durumu gibi. Yani iki ana Kürt siyasi hareketini çok zor bir dönem bekliyor. Kendi aralarında ve bölgedeki dengede nasıl ayakta kalacaklar, Kürtlerin pik yapmış milli taleplerine nasıl cevap verecekler ve her şeyden önce bu tehlikeli süreci başarıyla sonlandırabilecekler mi? Doğrusu soru içerisinde soru ve hiçbir sorunun olmayan cevabı adeta bu sürecin tarifidir.

Bu bloklaşmada Türkiye ve İran’ın Kürtlere karşı tarihsel gayri samimi ve araçsal yaklaşımları bir tarafa; bu ülkeler mevcut siyasi denklemde Kürtleri bir bütün olarak mı yanlarında istiyorlar yoksa parçalı olarak mı yanlarında görmek istiyorlar? Soruyu daha da somutlaştırırsak örneğin Türkiye tüm Kürtleri mi yanında görmek istiyor yoksa sadece Güney Kürdistan’ı mı yanında görmek istiyor? Eğer bu ülkeler Kürtleri bir bütün olarak yanlarında görmek isteseydiler Kürtlerin işi biraz daha kolay olabilirdi. Fakat mevcut pratik siyasetleri hiçbir şekilde hatta yanlarında bile Kürtleri bir bütün olarak görmek istemediklerini gösteriyor. Örneğin Türkiye izlediği Suriye siyasetiyle Batı Kürdistan’ı hiçbir şekilde yanında görmek istemediğini lisan-i hal ile hepimizin gözüne sokuyor. Bu iki ülke de şunu çok iyi biliyor: Eğer Kürtleri bu bloklaşmada bir bütün olarak yanlarında isterlerse Kürtlerin sosyolojisine denk bir statü kaçınılmaz olur yani şu veya bu statüde bir Kürdistan kaçınılmaz olur. Onun için bu ülkeler bu bloklaşmada Kürtleri parçalı olarak görmek istiyorlar ve Kürtlerle tüm ilişkileri bu zeminde yürüyor.

Bu bloklaşmada aslında en ilginç pozisyon bir bütün olarak Batı’nın aldığı pozisyondur. Bugüne kadar Batı’nın İran ile yaşadığı sorunlar, Arap ülkeleriyle geliştirdiği sıcak ilişkiler ve Türkiye’nin NATO’daki konumundan dolayı; Batı’nın sanki bu bloklaşmada Sünnilerin tarafında olduğu yanılgısına neden oluyor. Oysaki gerçek hiç de öyle değil. Öncelikle Yeşilkuşak Projesi’nden bu yana Batı’nın Sünni-Selefi yapılarla girdiği ilişkiler özellikle ABD ve Rusya için çok önemli tecrübe birikimine neden oldu. Batı kesinlikle şundan emindir: Sünni-Selefi yapılar yayılmacı ve küresel çapta hedefler kendilerine belirlerken Şii yapılar yerel ve teritoryal odaklı hedeflere sahiptirler. Batı bu gruplar arasındaki bu temel ayrımın farkındadır. Yanı sıra Şii dünyası tarihsel olarak Batı ile bir sorun yaşamamışken Sünni dünya bin üç yüz yıldır Batı ile şu veya bu şekilde bir savaştadır. Yine Filistin, Afganistan, Irak ve Suriye meselelerinde ortaya çıktığı gibi Batı’ya karşı bir Şii şiddet eylemi söz konusu değilken Sünni-Selefi yapılar hem şiddet eylemleriyle hem de tehditleriyle Batı’nın birleşik kalmasını sağladılar. Bunun gibi birçok nedenden dolayı aslında Batı gizli bir Şii hayranı ve Sünni düşmanıdır fakat çıkar ilişkilerinden ve nüfus oranından dolayı bunu açıkça beyan etmiyor. Fakat günün sonunda bir bütün olarak Batı Sünni dünyanın içinde güçlü bir Şii dünyasından yanadır ve son Irak ve Suriye’deki gelişmelerde de bu açıkça gözlemlenebiliyor.

Gelişmelerden ve içine girdikleri ilişkilerden de anlaşılıyor ki Kürtler bu bloklaşmada ne yazık ki bir bütün halinde değiller. Bu durum tek başına bile Kürtlere kaybettirebilir. Haddi zatında mesele Kürtlerin farklı bloklarda yer alması da değildir. Asıl mesele Kürtlerin milli bir rol dağılımına gitmemesidir. Daha açık bir ifade ile mesele, KDP’nin Sünni blokla veya PKK’nin Şii blokla geliştirdiği ilişki değildir mesele; bu iki yapının Kürdistan lehine ortak bir rol dağılımına gitmemesidir. Eğer bu iki yapı günün sonunda tüm kazançlarını Kürdistan hanesine yazabilecek bir ortak akıl geliştirebilseydiler; onların farklı bloklarla geliştirdiği ilişki, birbirilerini suçladıkları gibi bir ihanet ilişkisi değil akıllıca bir rol dağılımı olurdu. Kürtler artık zamanın Kürtleri birbirine düşürerek Kürdistan’da sömürgeciliğin pekiştirme zamanı olmadığını tam tersine ortak bir akıl ve iradeyle Kürdistan’da sömürgeciliğin bitme zamanı olduğunu dostuna düşmanına göstermeleri lazım.

Sonuç olarak Kürtler bu bloklaşmada asıl gözetmeleri gereken şeyin kendi milli çıkarları olduğunu unutmamaları lazım. İkincisi Şii dünyası ile bir husumet Kürtlerin çıkarına değil fakat şu da bilinmeli ki Kürtler Şii dünyasına ait değiller. Günün sonunda herkes tarihsel sosyolojisinin kendisine çizdiği kaderi yaşamak zorundadır yani biz Kürtler Sünni dünyasına mensubuz ama bu demek değildir ki bu Şii-Sünni bloklaşmanın Sünni askerleri olalım. Belki bu bloklaşmanın hakemi olabiliriz ki nitekim Ehmed-i Xani Hz. Ali ile Muaviye arasında cereyan eden olaylarda iki taraftan da ölen sahabeleri şehit ilan ederek Şii ve Sünni dünya arasında ilk hakem ünvanına sahip olmuştur. Batı’nın da Kürtlerden talebi bu bloklaşmada taraf olmaktansa belki de böyle bir roldür. Bu rolün hakkını vermek için Kürtlerin kesinlikle ortak bir siyasal akıl oluşturması gerekir. Milli siyasetlerini din ve ideolojiden arındırmaları lazım. Dinsel veya ideolojik bir angajmana girmemeleri gerekir. Milli çıkarları doğrultusunda ve mümkün mertebe barışçıl söylemlerle ortak imkanlarını ortak hedefler doğrultusunda seferber etmeleri lazım. Ortadoğu artık Kürdistan’sız şekillenemez fakat Kürdistan’ın keyfiyetini Kürtlerin siyasi mahareti belirleyecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
9664 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:19:24:30
x