Ulusal Mücadele Tarihimiz Üzerine Notlar -3-

Güney Kürdistan hareketinin başlangıçta Kuzey’i çok yoğun etkilediğini bir kez daha tekrarlamakta yarar vardır.

Nizamettin Taş

28.04.2014, Pts | 13:36

 Ulusal Mücadele Tarihimiz Üzerine Notlar -3-
Makaleyi Paylaş
Güney Kürdistan hareketinin başlangıçta Kuzey’i çok yoğun etkilediğini bir kez daha tekrarlamakta yarar vardır. Özellikle Kürt ulusal bilincinin gelişmesinde Kuzey Kürdistan’daki hareket Güney’in devamı, doğal yayılma alanı olarak şekillenmiştir. PKK’nin kendisinden önce ve dışındaki tüm örgütleri ilkel milliyetçi ve reformist hareketler olarak eleştirmesi, kuzeydeki ulusal mücadelenin, Güney Kürdistan’daki peşmerge savaşından, aynı anlama gelmek üzere Barzani ve Talabani’den ne denli etkilendiğini kabul ve itiraf etmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Kuzeyde; ulusal hareket, Türk solundan değil, Barzani hareketinden etkilenerek gelişme sağlamıştır. Kürt hareketi; Türk solunun kitlesel bir güç olarak tarih sahnesine çıktığı, ancak henüz emekleme ve kemalizmin yoğun etkisinde bulunduğu 27 Mayıs darbesi sonrası dönemde TİP içerisinde sınırlı sayıda aydın tarafından temsil edilmesine rağmen, esas itibariyle 1975 yılına kadar Barzani hareketinin damgasını vurduğu bir karakterde etkinlik göstermiştir.

Kürt hareketinin dünya devrim dalgası ve Türk solundan etkilenmesi ağırlıklı olarak 70’lerden sonra başlamıştır. Üniversitelerde okuyan Kürt gençlerinin Türk soluyla temasa geçmesi, aynı zamanda, sosyalizm bilincinin edinilmesine, çarpık da olsa ideolojik, politik yoğunluğun kazanılmasına ve giderek ayrı örgütlenmelerine neden olmuştur. Devrim ve sosyalizm üzerine pek çok kavramın bu temelde Kürdistan’a taşırıldığı, tartışıldığı ve giderek yeni örgütlerin çıkışına yola açtığı inkâr edilemez bir gerçektir. Kürdistan’daki entelektüel birikim ve aydınlanmanın gerçekleştiği bu yıllar, aynı zamanda ayrı örgütlenen Kürt örgütlerinin rüştünü ispat ettikleri ve tarih sahnesine çok güçlü çıkış yaptıkları bir döneme tekabül etmektedir.

Türk solunun Kürt hareketinin gelişiminde oynadığı bu rolü inkâr etmemekle birlikte, onun daha başından itibaren ulusal bilinci çarpıtan, dumura uğratan ve köklerinden koparan olumsuz bir etkisinden söz etmeden KUKM yaşadığı sorunları bütünüyle kavramak hayli zor olacaktır.

Türk solu; her şeyden önce Kürt hareketinin doğru tarih anlayışı edinmesine ve ulusal bilinçle yoğrulmasına ağır bir darbe indirmiş ve gelişme dinamiklerini önemli ölçüde tahrip etmiştir. Kuzeyde birilerinin ben ‘milliyetçiyim’ demesi neredeyse vatana ihanet olarak algılanıyorsa, bu çarpık sosyalizm anlayışı ve Türk solunun Kürt örgütlerine bulaştırdığı ve Kürdistan’a ektiği zehirli tohumlardan dolayı başarılmaktadır. Bu dönemde KDP yanlısı örgütler bile, örneğin KUK örgütü kendisini sosyalist eğilim olarak göstermek zorunda kalmıştır. Kendisine yaşam hakkı tanınmayan, gerici hareket olarak teşhir ve tecrit edilen birçok örgüt ve şahıs, dışlanmamak ve güya ihanet kategorisinden kendisini çıkarmak amacıyla inanmadığı halde sosyalist, hatta komünist geçinmek zorunda bırakılmıştır.

Oysa bu bir çarpıtma ve Kürt hareketini köklerinden koparma operasyonudur. Kemalizm ile arasına mesafe koymayan, onun etkisi ve kontrolünde hareket eden Türk solu; bağımsız bir kimlik ve kişilikten yoksun hastalıklı yapı ve mücadele anlayışını Kürt örgütlerine bulaştırmış ve ulusal birlik esprisi içerisinde hareket etmesi gereken Kürtlerin bölünüp parçalanmasına neden olmuştur. Kürtlerde vatan kavramının yüzeysel ve ulusal bilincin bağımsızlığı savunan örgütlerde dahi yeterince özümsenmemesinin esas nedeni Türk solunun yarattığı tahribattan kaynaklanmaktadır. Tahribatın boyutlarını göstermek açısından, aynı konu hakkında, Güney ve Kuzey Kürdistan’da sergilenen iki farklı tutumun nasıl sergilendiğini izah etmek zorunlu hale gelmektedir.

Güneyde; Barzani, BAAS rejimi ile yaptıkları otonomi anlaşmasını bozarak savaşı yeniden başlatmasının esas nedeni olarak Kerkük problemini göstermektedir. Barzani; yetki ve makam karşılığında Kerkük’ten feragat etmesi halinde, günün birinde halkın kendi mezarına tüküreceğinden korktuğu için, kanlı ve sonuçta kendi felaketine yol açan bir savaşı göze alacak denli yüksek bir vatanseverlik örneği sergilemiş ve ahlaki tutum takınmıştır. Buna karşılık, kuzeyde, hiçbir anayasal ve yasal güvence alınmadan bütün taleplerden vazgeçilmiş ve Kürtlerin canı ve kanı pahasına elde ettikleri tüm mevziler bir çırpıda marjinal Türk soluna peşkeş çekilmiştir. Ayrıca daha değişik çevrelerden bir milletvekilliği karşılığında fit olan veya basit bir çıkar karşılığında kendine takla attıran sayısız vakanın yaşanması, yaratılan tahribatın hangi boyutlara ulaştığını göstermek bakımından ibret verici bir tablo oluşturmaktadır.

Şüphesiz, Kürt hareketine musallat olan tahribatın boyutları, sadece mücadele tarihinin çarpıtılması ve ulusal bilincin dumura uğratılması ile sınırlı değildir. Bu konuda, öncelikle, çok trajik bir tarzda vurulan Dr. Şıvan önderliğinde geliştirilmek istenen ilk Kürdistanî hareketin durumuna değinmek istiyorum.

Kuzeyde, sanılanın tam aksine ilk silahlı mücadele girişimi aslında PKK öncülüğünde başlatılmamıştır. Daha PKK hareketi doğmadan önce Dr. Şıvan öncülüğünde 1970’lerde peşmerge savaşını başlatmak üzere çok yoğun bir çaba gösterilmiştir. Ne yazık ki, her iki Said’in trajik bir biçimde katledilmeleri yüzünden bu girişim başarısızlığa uğramıştır. Aslında Dr. Şıvan’ın vurulması yüzünden, doğru temelde başlatılan, ancak sonuca gitmeyen bu ilk Kürdistanî girişimin daha sonra sağlıklı hiçbir değerlendirmesi yapılmamıştır.

Sait Kırmızıtoprak’ın çok trajik bir tarzda vurulduğu ve bunda Kuzey Kürdistan’daki hareketi kontrol altında tutmak, mümkünse tasfiye etmek isteyen Türk devletinin Güneydeki ilişkilerine dayanarak bir biçimde rol oynadığı tartışılmaz bir gerçektir. Dr. Şıvan’ın vurulması, bir bakıma Kuzeydeki mücadelenin kaderini değiştirmiş ve Türk devletinin bir taşla birçok kuşun birden vurulmasına neden olmuştur.

Dr. Şıvan’ın vurulması her şeyden önce gelişme potansiyeli hayli yüksek olan Peşmerge savaşının daha başlamadan tasfiye olmasına neden olmuş ve daha sonra ivme kazanacak olan PKK öncülüğündeki gerilla mücadelesinin rakipsiz gelişimine kapıları ardına dek açmıştır.

Abdullah Öcalan; daha sonra, Dr. Şıvan’ın vurulmasını objektif tarzda değerlendirerek doğru dersler çıkaracağına, bu trajik olayı sonuna kadar istismar ederek Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini tarihi köklerinden koparmanın ve yanlış bir zemine dayandırmanın temel harcı durumuna getirmiştir. 1990, daha doğrusu 1983’lerden buna devam etmekte olan PKK, KDP arasındaki düşmanlığın tohumları aslında bu olayın ele alış biçiminde gizlidir.

PKK; geri çekilme sahası ve gerilla savaşının hazırlık çalışmalarını Güney Kürdistan yerine Filistin kamplarında geliştirmesini ağırlıklı olarak Dr. Şıvan’ın vurulmasından çıkardığı sonuçlara dayandırmaktadır. Verdiği bütün derslerde ve yaptığı çözümlemelerde Güney Kürdistan’ı ve orada sürmekte olan peşmerge savaşını, gerici, ilkel milliyetçi, emperyalizmin uşağı ve özellikle de Barzani hareketini kuzeydeki mücadeleyi tasfiye etmekten sorumlu bir güç gibi göstermektedir.

Saitlerin vurulmasını, kuşkusuz kabul etmek mümkün değildir. Fakat, bu trajik olaydan istifade ederek, Güney Kürdistan hareketini tümden karalamak ve kuzeydeki mücadeleyi tasfiye etmek isteyen bir güç gibi göstermek, sadece bir gerçeği çarpıtmak değil, aynı zamanda ulusal birliğe telafisi mümkün olmayacak derecede zarar vermiştir. Nasıl ki KAWA hareketinin lideri Ferit Uzun’un vurulması PKK’nin binlerce gerillanın kanı ve canı pahasına geliştirdiği mücadeleyi tümden ret etmemize neden olmuyorsa, aynı biçimde Kürt ulusal bilincinin beynimize kazıyan, yüreğimize aşılayan Barzani hareketinin de tümden mahkum edilmesi asla tasvip edilecek bir tutum olamaz.

Kaldı ki Sait Kırmızıtoprak’ın vurulması hiçbir biçimde gerilla savaşının geri çekilme sahası olarak Güney Kürdistan’ın yerine, Filistin güçlerinin tercih edilmesine gerekçe olamaz. Şayet iç tasfiye, suikast gibi olaylar temel gerekçe olarak sayılacaksa, Barzani hareketi, Filistinli güçlerin yanında zemzem suyuyla yıkanmış kadar masumdur. Filistin hareketinin tarihi iç infaz, tasfiye, suikast örnekleriyle örülü bir geçmişe sahiptir. Tüm bu gerçeklerin bir tarafa bırakılarak, Saitlerin vurulmasından hareketle, geri çekilme sahası olarak Güney Kürdistan’ın değil, Filistin’in tercih edilmesi, iddia edildiği gibi tasfiye olmaktan kurtulmak gayesi ile değil, ulusal mücadeleye bakış açısından kaynaklanan bir problemin yaşandığını göstermektedir.

Bir liderin vurulmasından hareketle, ulusal kurtuluş mücadelesini kendi tarihinden, toprağından, hayat bulacağı ana damardan koparmanın hiçbir gerekçesi olamaz. PKK; geri çekilmeyi, gerilla savaşına hazırlanmak amacıyla gerçekleştirmiştir. Gerilla savaşına hazırlanan bir gücün savunma problemi olamaz. Dr. Şıvan’ın vurulmasından çıkaracağı derslerle, gerekli güvenlik önlemlerini alarak Güney Kürdistan’da üslenmesi ve gerilla savaşına hazırlanması önünde hiçbir engel yoktu. Kaldı ki, şayet KDP’ye güvenmiyorsa alternatif bir güç olarak YNK sahasını rahatlıkla kullanabilirdi. Nitekim daha sonra, bırakalım KDP ve YNK sahalarından yararlanması, neredeyse tüm Güney Kürdistan’ı ele geçirmek amacıyla defalarca saldırıda bulunmuştur. Demek ki PKK’nin Saitlerin olayını suistimal ederek geri çekilmeyi Filistin sahasına yapması, bilinçli bir tercih, daha doğrusu, ulusal bakış açısından kaynaklanan bir doku uyuşmazlığı sonucu gerçekleşmiştir...

Nizamettin Taş ( Botan Ahmet)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
15313 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:00:19:22
x