Modelimiz Neresi Olmalı?

Osmanlı-Türk zihniyeti, Anadolu’nun yerli halklarına saygı göstermeyi bir türlü başaramadı. Osmanlı zamanında zimmî olarak - yani can ve mal güvenliği ödediği cizye vergisine bağlı olan ikinci sınıf vatandaş olarak - aşağılanan gayrimüslimler, Türkiye devletinde ise sistematik bir fiziksel ve kültürel soykırıma tabii tutuldular.

Mustafa Acar

19.04.2015, Paz | 08:26

Modelimiz Neresi Olmalı?
Makaleyi Paylaş
Guney Kurdistan`da; “Süryani, Ermeni, Keldani, Türkmen ve Arap dilleri, ana dil olarak öğretiliyor. Bu diller ayrıca, isteyenler için seçmeli ders olarak da sunuluyor ve İngilizce (Kürt olmayanlar için de Kürtçe) ikinci/yabancı dil ve zorunlu ders olarak okutuluyor.”

“Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Erbil, aynı zamanda en büyük Süryani medyasının da merkezi. Ishtar TV, 2005’te kuruldu ve Erbil’de büyük bir Hristiyan kasabası olan Ainkawa’dan yayın yapıyor. Önde gelen Kürt uydu kanallarından Kürdistan TV, haftalık 1 saatlik Süryanice bir program yayınlıyor. Quyamn ve Bet Nahren gazeteleri ve Ainkawa dergisi gibi Erbil’de çıkan çok sayıda Süryanice yayın da mevcut. Ayrıca Ainkawa Kültür Merkezi’nde Rafiq Nuri Hanna’nın yönettiği ve Süryani ve Keldani kültürünü geliştirmeyi amaçlayan küçük bir sanat enstitüsü de var.”

Şimdi bir an durup bu çok dilli, çok kültürlü, demokratik sistemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin dil ve kültür mezarlığıyla karşılaştıralım. Bunun için de öncelikle, UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün) “Tehlike Altındaki Dünya Diller Atlası”na bakalım.

Bu atlasa göre, Türkiye denen coğrafyadaki soyu tükenmiş yani ölü diller şunlar: Kapadokya Rumcası, Mlahso ve Ubıhça.

Savunmasız diller ise Abhazca, Adıǵabze (Batı Çerkesçesi), Kabardeyce (Doğu Çerkesçesi) ve bir Kürt lehçesi, Zazaki.

Tehlike altında yani yok olmak üzere olan dillerin listesi ise oldukça uzun: Abazaca, Hemşince, Lazca, Pontus Rumcası, Romani, Suret, Batı Ermenicesi, Gagavuzca, Ladino (Yahudi İspanyolcası), Turoyo ve Hertevince.

Yani ölen ya da ölmek üzere olan toplam 18 dil…

Bir dili öldürmek, bir uygarlığı öldürmektir; kültürel soykırımdır. Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti, 90 yıldır bu alanın uzmanı olmuş durumda.

Aslında yok olmak üzere olan bu dil ve kültürlerin yasalarla güvence alınması gerekirdi. Bu dilleri geliştirmek için hemen enstitüler, okullar ve eğitim merkezleri açılması gerekirdi. Ve her şeyden önce, bu dilleri konuşan insanların yaşam hakkına saygı durulması, yani öldürülmemeleri gerekirdi.

Ama bunları gerçekleştirmek için etik yani ahlak gerekir. Maalesef ahlak dediğimiz şey de kültürden kültüre değişiklik gösteriyor. Kimisi dil yasaklıyor; kimisi ise diller gelişsin diye tüm imkânları seferber ediyor.

Osmanlı-Türk zihniyeti, Anadolu’nun yerli halklarına saygı göstermeyi bir türlü başaramadı. Osmanlı zamanında zimmî olarak - yani can ve mal güvenliği ödediği cizye vergisine bağlı olan ikinci sınıf vatandaş olarak - aşağılanan gayrimüslimler, Türkiye devletinde ise sistematik bir fiziksel ve kültürel soykırıma tabii tutuldular.

Anadolu’nun yerli halkları adeta yok edildi. Bugün Türkiye’nin Hristiyan nüfusu, Suriye, Irak ve hatta İran’daki Hristiyan nüfustan bile daha düşük. Nereye gitti bu insanlar? Vahşice öldürüldüler ya da topraklarından kovuldular.

Bu soykırımlardan sadece gayrimüslimler değil; nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ama tek suçu Türk olmamak olan Kürtler de nasibini aldı. T.C. yönetimi altında 90 yıldır Kürtler, kendi coğrafyalarında annelerinin dilini konuşabilme mücadelesi veriyor.

Çiçeği burnunda Güney Kürdistan yönetimi ve 700 yıllık devlet geleneği ile övünen Türk-Osmanlı zihniyeti arasındaki devasa farkı görüyorsunuz, değil mi?

Tüm bu tarihsel gerçekler yüzümüzü nereye dönmemiz gerektiğini de bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarıyor, değil mi? Ankara’ya değil; Erbil’e!

Diyarbakır, Kobani, Mahabad ve bütün Kürdistan’ın yüzünü dönmesi gereken yer Erbil’dir. Bu sadece Kürtlerin milli çıkarları için değil, yok olmaya yüz tutmuş bütün Orta Doğu halklarının refahı ve güvenliği için de gerekli olandır.

Bülent Arınç, birkaç yıl önce “Kürtçe, medeniyet dili değildir” demişti. Mahkemelerde Kürtçe hala “anlaşılmaz”, “bilinmeyen dil” diye aşağılanıyor. Türk devlet yetkilileri için Kürtlere ve değerlerine hakaret etmek hobidir. Ama Güney Kürdistan Eğitim Bakanı “Her çocuğun ana dilde eğitim alma hakkı vardır” diyor.

Güneyli Kürtler bunu yeni değil, kendi kendilerini yönetme hakkına sahip oldukları ilk günden beri söylüyorlar. Aynı şeyi bir Türk yetkilisinin söyleyip uyguladığını hayal bile edemiyorsunuz, değil mi?

O zaman, aslında zararlı olan hayali bir hedef uğruna, mesela Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için zaman kaybetmektir.

Modelimiz, Güney Kürdistan yönetimi olmalıdır. Sadece Kürtler için değil; Ermeniler, Süryaniler, Mandeanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, Aleviler ve tüm mazlum halklar için.

Mazlumların gerçekten yanında olmak budur. Halkların kardeşliğini gerçekten savunmak budur.

Güney Kürdistan’daki kardeşlerini elinin tersiyle itip; 90 yıldır bütün ulusal değerlerini ayaklar altında çiğneyenlerden medet ummak, “halkların kardeşliğini savunmak” değildir; ulusal intihardır. Özgürlüğe değil, köleliğe gönüllü olmaktır. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

6787 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:07:25:16
x