Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak

Musul olaylarının zirve yapmasından birkaç gün önce, bir dostumun başkanı olduğu ve Hewlêr\'de faaliyet yürüten Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü\'nün misafiriydim. Bazı basın mensupları, öğretim görevlileri ve enstitü çalışanlarından oluşan dar bir .

Mesut Tek

16.06.2014, Pts | 13:42

Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak
Makaleyi Paylaş
Musul olaylarının zirve yapmasından birkaç gün önce, bir dostumun başkanı olduğu ve Hewlêr\'de faaliyet yürüten Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü\'nün misafiriydim. Bazı basın mensupları, öğretim görevlileri ve enstitü çalışanlarından oluşan dar bir guruba, Türkiye\'deki siyasal duruma ilişkin görüşlerimi aktaracaktım. Toplantı öncesi, kısa bir süre, Güney Kürdistan\'ın önemli televizyon kanallarından birinin sorumlusu dost ve Enstitüsü sorumlusu ile bir arada bulunduk. Her iki dost da \"Musul ve çevresinde çok ciddi şeyler oluyor. Ama bizimkiler, Bağdat ve ABD sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorlar. Acaba aralarında gizli bir uzlaşma mı var?\" dediler. Ben de \"ABD Başkan Yardımcısı Biden\'in projesini kastediyorsanız eğer, ABD IŞİD gibi bir örgüt eliyle bu projeyi gerçekleştirir mi?\" diye sormuş kanaatimi de söylemiştim: \"Yaşanan bunca deneyden sonra ABD bu önemli projeyi ileride kendi başına büyük belalar açacak bir örgütle hayata geçirmek istemez.\"

Ama şimdi, Musul\'un düşmesinden sonra biraz farklı düşünüyorum.

Kanımca, Musul\'daki gelişmeleri anlamak ve olası sonuçlarını değerlendirmek için biraz geriye gitmek, çok değil 7-8 yıl önce yaşananları hatırlamak gerekiyor.

Hatırlayalım.

ABD\'nin BAAS diktatörlüğünü yıkması ve Irak işgalini tamamlamasını takip eden dönemde, Sünnilerin yaşadığı bölgelerde ABD karşıtı ciddi bir direniş hareketi ortaya çıktı. Başta aydınlar ve üniversiteler olmak üzere tüm halk kesimlerinin içinde yer aldığı direniş hareketi, zamanla değişik adlarla anılan radikal grupların, İslami örgütlerin kontrolüne girdi. Ki, bunlar arasında adından en çok bahsedilen Suriye\'de iç savaşın başlamasıyla birlikte Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adını alacak olan Irak İslam Devleti Örgütüydü.

O dönemde faaliyet yürüten radikal örgütlerin hemen hepsinin BAAS partisinin ileri gelenleriyle, Suriye, İran ve Türkmenler üzerinden Türkiye ile ilişkileri vardı.

Saddam rejiminin yıkılmasından sonra dağıtılan Irak ordusunda görev yapan BAAS üyesi subaylar ve partinin ileri gelenleri, Suriye BAAS\'ının yardımıyla kendilerine bağlı radikal örgütler kurmakla kalmadılar, kendi dışındaki radikal örgütlere, militanlarının eğitimi konusunda yardımcı oldular.

Sivillerin öldürülmesi, suikast, intihar eylemleri gibi insanlık dışı yöntemlere başvuran, Sünni Araplar dışındaki dini ve etnik guruplara yönelik amansız saldırılar düzenleyen söz konusu radikal örgütlerin, faaliyet yürüttükleri alanlarda yaşayan halktan belirli bir destek gördükleri inkar edilmez bir gerçektir. Çünkü dağıtılan Irak ordusunda görev yapan profesyonel askerler ve öteki güvenlik örgütlerinde yer alanların önemli bir bölümü Sünni idiler. BAAS rejiminin yıkılmasında sonra işsiz güçsüz kalmışlardı.

Bunun yanısıra sadece Abbasi halifeleri ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde değil, aynı zamanda İngilizlerin himayesinde kurulan Irak devletinde söz ve karar sahibi olan ve BAAS rejiminin yıkılmasıyla birlikte eski konumlarını kaybeden Sünni Arap aşiretleri de bu örgütlere destek veriyorlardı.

Radikal İslami örgütlerin faaliyet ve etkileri, Sünni Arapların Bağdat ile olan ilişkilerine bağlıydı. Bağdat ile Sünni Arap aşiretlerinin arası iyi ise radikal örgütlerin etkinlikleri azalıyor, aksi durumda artıyordu. Örneğin 2004 yılından itibaren, ABD karşıtı direniş içinde giderek güçlenen radikal İslami örgütler, ABD\'nin Sünni aşiretler yardımı ile oluşturduğu Sehva Birlikleri\'nin yardımıyla etkisiz hale getirildiler ve Sünni Arap aşiret liderleri de bu \"iyiliklerinin\" karşılığını fazlasıyla aldılar...

Bu dönemde, Bağdat ile Sünni Arap aşiretleri arasındaki ilişkilerin 2012 yılının sonuna kadar normal bir seyir izlediğini söyleyebiliriz. Bu süre zarfında başta Irak İslam Devleti olmak üzere radikal İslami örgütlerin Hıristiyan ve Şiilere yönelik saldırılarında geçmişe oranda azalma yaşanmasının temel nedenlerinden birisi normal seyreden bu ilişkilerdi.

Ama söz konusu radikal örgütlerin 140. Madde kapsamı içinde olan bölgelerde yaşayan Yezidisiyle, Şebekiyle Kürdlere ve Hıristiyanlara saldırıları her zaman devam etti. Saldırılardan amaç ise, bölgede etnik ve dini temizlik yapmaktı, ki Bağdat\'ın bu durumdan hoşnut olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bölgedeki Kürdlerin öldürülmeleri, bölgeyi terk etmeye, göçe zorlanmaları Bağdat\'ın da işine geliyordu. Bu nedenle Bağdat ve Musul\'daki Sünnilerin etkinliğindeki il yönetimi, radikal İslami örgütlerin Musul ve çevresinde gerçekleştirdiği saldırıları önlemek için çaba sarf etmedikleri gibi, Peşmergelerin bölgede yaşayan Kürdleri korumasına engel oldular.

Bağdat ile Sünni Arap aşiret liderleri arasındaki ilişkiler, 2013 yılının başlarından itibaren bozulmaya başladı. Merkez Bankası ve benzeri önemli kurumları kendisine bağlayan, parlamentoyu baypas ederek sadece kendisinden emir alan askeri birlikler oluşturan, tüm Iraklı siyasi gurupların altına imza attıkları Hewlêr Anlaşması\'na uymayan Maliki, Sünnileri de iktidardan dışlamaya başladı. Maliki\'nin bu otoriter tavrının Sünni Araplar arasında tepki yaratmaması mümkün değildi ve öyle de oldu.

Sünni Arapların itirazı başlangıçta barışçıldı. Ama Maliki, gösterilerle, mitinglerle itirazlarını ve taleplerini dile getiren Sünni Araplara karşı askeri birlikleri harekete geçirdi. Gösterileri silah zoruyla dağıtan askerler, onlarca göstericiyi öldürdüler. Buna karşılık göstericiler de karakollara saldırdılar, askerlerin saldırılarına silahla karşılık verdiler. Ve böylece Sünni Arapların yoğun olarak yaşadığı il ve ilçelerdeki kaos giderek derinleşti, radikal İslami örgütlerin faaliyetleri ve etkinlikleri arttı ve sözkonusu yerleşim birimleri giderek bu örgütlerin kontrolüne girdiler.

Hedefleri, amacı, kelle kesmek gibi insanlık dışı eylemleri ve yarattığı vahşetten bağımsız olarak, IŞİD\'in son 6 ay içinde Sünni Arap bölgelerinin önemli bir bölümünü ele geçirmesi ve bu \"zaferini\" Musul\'u ele geçirerek taçlandırması, sadece Irak\'ta değil, Ortadoğu\'da da siyasi dengeleri değiştirdi. Ortadoğu\'nun geleceği için şimdiden kesin bir şey söylemek doğru olmaz, ama Irak için \"artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak\" diyebiliriz.

Musul\'un IŞİD\'in kontrolüne geçmesinin tetiklediği değişimin başında, Irak\'ın üçe bölünmesi ihtimalinin daha güçlü ve gözle görülür bir hal alması geliyor. \"Musul öncesi\" Irak\'ı bir arada tutan ince iplik bugün daha da incelmiş, kopma noktasına gelmiştir. Öyle ki Irak\'ın birliği ve bütünlüğünü sağlamak çok ama çok zor bir hal almıştır.

Kürd Baharı\'ndan bu yana, 20 yılı aşkın bir süredir özgür olan Kürdistan Bölgesi bir yana.

Merkezi iktidarın sembolü olan Irak Ordusu ve öteki güvenlik güçleri, Sünni Arapların yoğun olarak yaşadığı bölgeleri terk ederek geri çekilmiş bulunuyorlar. Bir başka ifade ile, Bağdat dışındaki Sünni Arapların yaşadığı kentler de artık \"kurtarılmış bölgeler...\"

Musul öncesinde de Irak fiiliyatta üçe bölünmüş haldeydi.

Kürdistan Bölgesi\'nin statüsü ve merkezi hükümetiyle ilişkileri ve yaşandığı sorunlar biliniyor. Bilinenleri tekrarlamak gereksiz.

Ama Musul olayları sonrası bu ilişkilerin yeni bir boyut kazanacağını söyleyebiliriz. Zaten, Kürdistan Bölge Başkanlığı Divan Başkanı Fuad Hüseyin, Bağdat\'ın IŞİD\'e karşı mücadelede yardım talebine verdiği cevapta, \"biz daha önce Bağdat\'ı olacaklar konusunda uyarmıştık. Ama Bağdat ciddiye almadı. Artık çok geç. Musul öncesi durum ile sonrası durum birbirinden çok farklı\" diyerek Kürdistan\'ın yeni dönemde merkezi hükümet ile olan ilişkilerinin farklı bir biçim alacağının ipuçlarını vermişti.

Gelecekte Hewlêr-Bağdat ilişkilerini belirleyecek faktörlerden birisi de, Peşmerge güçlerinin, Musul ve Kerkük\'te Irak ordusunun boşalttığı üslere yerleşmesi, 140. Maddeye konu olan bölgelerin hemen hepsini kontrol altına alması olacaktır.

Sünni Arapların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde ise, Bağdat\'ın egemenliği \"Musul öncesinde\" de kağıt üzerinde idi. Çünkü yukarıda kısaca değindiğimiz gibi, gerçekte iktidar Sünni aşiretler ve onların ABD\'nin yardımıyla oluşturdukları \"Sehva Birlikleri\"nin (Uyanış, Diriliş), başta Irak İslam Devleti Örgütü olmak üzere öteki radikal İslami örgütlerin elinde bulunuyordu.

Bugün, Sünni Arapların yaşadığı bölgelerde merkezi iktidardan bahsetmek mümkün değildir. Artık Sünni Araplara siyasi bir statü tanımadan, sadece Sünni Arap Aşiretleri ile anlaşarak onları Irak\'ın siyasi birliği içinde tutmak mümkün görünmüyor.

Öte yandan Sünni Arap muhalefetini sadece IŞİD temsil etmiyor.

Parlamento seçimlerine tek başına ya da ortak listeler halinde katılan siyasi gurupların yanısıra, IŞİD ile birlikte hareket eden bir çok irili ufaklı gurup ta bulunuyor. Ki, bunların başında halk arasında kısaca \"Nakşibendiler\" olarak bilinen ve eski BAAS partisi yöneticilerinin kurduğu \'Nakşibendi Tarikatı Adamları Ordusu\' geliyor. Nakşibendiler, IŞİD\'in başta gelen müttefikleri arasında bulunuyor. Musul valiliğine yüksek rütbeli bir BAAS eski subayının atanmasında olduğu gibi, Ele geçirilen Sünni Arap şehir ve kasabaların yönetimine genel olarak eski BAAS üyelerinin atanması, başta Saddam Hüseyin\'in hayatta kalan yakın akrabaları olmak üzere, eski BAAS yöneticilerinin, Irak Cumhurbaşkanı eski yardımcısı Haşimi\'nin Musul\'un düşmesini kutlamaları tesadüf olmasa gerek. Kanımca bir gazetecinin \"IŞİD Sünni Arapların intikam koalisyonudur\" biçimindeki belirlemesi yanlış bir belirleme değildir.

IŞİD, Irak\'ın Sünni bölgelerini, Beledi Şam\'ı, ve Ürdün\'ü kapsayan bir bölgede Sünni İslam devleti kurma amacını gerçekleştirebilir mi? Verili şartlarda bunun gerçekleşmesi olanaksız ama Musul\'un düşmesi, bölgede İran\'ın başını çektiği Şii cephesine karşı amansız bir iktidar mücadelesine tutuşan Sünni cephesinin, Irak\'ta kazandığı, ABD ve öteki batılıların sert tepkisini çekmeyen, Suudi Arabistan ve Katar gibi körfez ülkelerini sevindiren bir \"zaferidir\".

Elbette Maliki\'nin, İran ve öteki Şii güçlerin bu durumu kolayca kabullenmesi beklenmemeli.

IŞİD\'in Bağdat\'a doğru harekete geçmesi, \"Irak\'ı Safeviler\'den temizlemekten, Necef ve Kerbela\'yı ele geçirmekten bahsetmesi\", Şiileri harekete geçirdi. Şiilerin en büyük dini lideri Ali Sistani, bugün kadar hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. IŞİD\'e karşı cihad ilan etti. Sistani, tüm Şii ve ehle beyt taraftarlarına çağrıda bulunarak \"Savaşabilenler silahlanıp teröre karşı yürütülen kutsal savaşa destek olmalıdırlar\" dedi.

İran İslam Cumhuriyeti Sistani\'nin fetvasını destekledi ve Irak ordusuna yardım amacıyla binlerce Pasdarı bu ülkeye gönderdi. Bununla yetinmeyen İran, Kürdistan Bölgesi\'nin IŞİD\'e karşı savaşmasını sağlamak için, Güneyli örgütlerle görüşmeler yapıyor, bu örgütler nezdindeki etkisini devreye sokuyor.

Sünni ulemanın da Sistani\'nin fetvasını eleştirmesi ve Sünni direnişinin haklı ve kutsal olduğunu açıklaması, bölgeyi alt üst edecek bir mezhep savaşı tehlikesini artırıyor.

Daha şimdiden Sünni ve Şii Arap politikacıları yaptıkları açıklamada, Güney Kürdistan\'ı kazanmak istiyorlar. Bağdat-Hewlêr arasındaki sorun ve gerginlikleri görmezden gelerek, Kürdlere Irak\'a ilişkin görevlerini hatırlatıyorlar, Irak\'ın birliğinin korunması için çaba sarf etmelerini istiyorlar.

Bazı düşman başına belirlemesini hak eden dostlar ise, Musul sonrası ortaya çıkan şartların bağımsız Kürd devletinin ilanına müsait olduğunu, bu fırsatın kaçırılmaması gerektiğine söylüyorlar.

Kürdistan Bölgesi Siyasi Önderliği Ortadoğu bataklığında kurulan kurtlar sofrasında yem olmayacak kadar deney sahibidir. İç ve özellikle de dış şartlar müsait olmadan, Güney Kürdistan\'da ilan edilecek bağımız Kürdistan devletinin yaşama şansının bulunmadığını, hesabı, kitabı iyi yapılmadan atılacak bir adımın elde edilen ulusal kazanımları risk altına sokacağını bilir.

Kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği, bir gecede dost ve düşmanların yer değiştirdiği Ortadoğu\'nun, Musul\'un düşmesinden sonra daha da karışacağı kesin. Daha şimdiden bunun ipuçları görünüyor.

Bölgesel gelişmeleri etkileyen ve onlardan etkilenen Kürdistan ulusal demokratik hareketi, kaos ortamında yolunu şaşırmaması ve \"Musul sonrası\" oluşan durumu lehine çevirmesi için, her şeyden önce yurtseverlik ve demokrasi ipine sarılmalıdır.

Ortadoğu\'da, emperyalistler ve onların yerli işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda çizilen sınırların giderek anlamsız bir hale geldiği bir dönemde, sınırları kutsamak ve onların gönüllü bekçiliğini yapmak bize düşmez.

Bize düşen, Ortadoğu\'daki gelişmeleri iyi okumak, değişimin yönünü tespit edip uygun adımlar atmak, \"komşulardan\" gelen telkinlere kulağımızı kapatmaktır. Yurtseverlik ipine sarılarak ulusal haklarımızı elde etmek için, Kürd sorunun eşitlik temelinde çözümü için kararlı bir mücadele yürütmektir.

10733 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:11:35:01
x