Cenevre görüşmeleri sürerken...

Cenevre görüşmeleri sürerken PYD\'nin Şam yönetiminin kanatları altına sokularak etkisizleştirilmesi kürtlerin tümü adına kayıp, Suriye ve Türkiye adına kazanımdır. Güney Kürdistan açısından bakıldığında durumun sanılandan daha vahim olduğu görülece.

Kenan Fani Doğan

29.01.2014, Çar | 13:12

Cenevre görüşmeleri sürerken...
Makaleyi Paylaş
Cenevre görüşmeleri sürerken PYD\'nin Şam yönetiminin kanatları altına sokularak etkisizleştirilmesi kürtlerin tümü adına kayıp, Suriye ve Türkiye adına kazanımdır. Güney Kürdistan açısından bakıldığında durumun sanılandan daha vahim olduğu görülecektir. Güney\'in petrolü denize ulaştıracağı ikinci güzergâh olan Rojava\'da Rusya, İran, Türkiye ve Suriye devletleri PYD\'nin şahsında bir tıkaç yaratmış olmaktadırlarki bunu Güney\'e uygulanan ekonomik abluka olarak kabul etmek gerekir.

Petrol ihracının birinci güzergâhı halihazırda kullanılan Kuzey\'di. Türk devleti bir yandan PKK ile Güney\'e baskı uygularken diğer yandan PKK liderini hilesine piyon ederek KDP-PKK yakınlaşması tahtında İmralı\'nın ağzından \"Kuzey\'deki hatta sabotaj\" yapmayız garantisi veriyor. Bu sayede bir taşla iki kuş vuracaklar. Bir yandan Güney\'in kürtlere hiçbir hak verilmeden adına çözüm yada barış denen kürt teslimiyetine desteğini sağlayacaklar, diğer bir deyişle kürdün kürde ihanetini yaşama geçirecekler, öte yandan petrol ihracı için Türkiye\'nin kontrolundaki güzergâh tek çıkış olarak kaldığında Güney\'in nefes borularını ilanihayet ellerine geçirmiş olacaklar. Yarın İran\'la ilişkilerini düzeltip petrol akışı sağlandığında yine bizzat PKK\'yi devreye sokup boru hattını kullanılmaz hale getirecek, böylelikle Güney\'i elden/ayaktan düşürecekler.

İmralı\'dan Kandil\'e ve Hewler yönetimine gönderilen mektuplar böyle tefsir edilmelidir. Mektupların altında kimin imzasının olduğu yada kimlerin götürdüğünün hiçbir önemi yok. Mektuplar başta türk hükümeti olmak üzere bölge sömürgeciliğinin kürtlere tehdidi olarak anlaşılmalıdır.

Cenevre görüşmelerinin kürtler adına canalıcı noktası Güney\'in petrol güzergâhıdır. Rojava\'nın statüsü bile bu güzergâha göre şekillenecektir. Kürtlerin tek başına belirleyiciliği imkansız olduğuna göre kürtler petrol ithalatçısı büyük devletlerle ve sömürgeci yönetimlerle ilişkilerini bu gerçeğin ışığında düzenlemek zorundadırlar. Kürtlerin özgürlük mücadelesi bu aşamada sömürgeci yönetimlerden uzak durmayı ve batı devletleriyle çıkar birliğini doğru değerlendirmeyi zorunlu kılıyor.

İran pragmatik davranarak kürt petrolunun Rojava üzerinden taşınmasına yeşil ışık yakmış görünüyor, sonuçta Türkiye yada Suriye üzerinden taşınmasının İran için fazlaca bir fark yaratmayacağı açık. İran\'ın Türkiye yerine Suriye güzergâhını tercih etmesinin anlaşılır nedenleri var. PYD ve PKK tıkacını pazarlık hatta şantaj unsuru olarak kullanan türk hükümetinin işi ise her gün biraz daha zorlaşıyor. Bu kez kürtleri tarih boyunca ittiği gayrimeşru pozisyona Türkiye\'nin kendisi düştü. El Kaide ve türevlerine ilaveten terörist damgalı PKK ile şerik olmakta mahzur görmeyen Türkiye siyasi-diplomatik körlüğü nedeniyle ters köşeye yatırıldı. Türk hükümetinin içerde bile sancılı hale gelmesinin başlıca nedeni budur. Kuşatmak isterken kuşatıldı. Kertenkele iken timsah iştihası sergileyen AKP hükümetinin şahsında Türkiye\'nin elimine edilmesi her cepheden kürtlerin yararınadır. Kimse bu gerçeği AKP\'nin hak iadesi yerine çocuk öldürmek şeklinde tezahür eden sahte çözümüyle yada kürtlerle savaş haline barış demesiyle örtmeye, saklamaya çalışmasın. Takke de kel de bundan ibarettir.

*

Net ve açık şekilde türk devletinin kendisi emsali görülmemiş bir çetedir demek lazım. İşgalci, talancı, katliamcı bir devletin çeteci karakterde olması bir zorunluluktur. Sömürgeci devletlerin doğası budur ve bu nedenle metropol ülke halkına karşı da zorba olmak, hürriyetlerini gaspetmek zorunda kalır. Aksi halde devlet içinde niçin farklı çeteler oluşsun ve birbirleriyle çatışsınlar?

Türk devleti içindeki gruplaşmaları fraksiyon olarak niteleyemeyiz. Fraksiyon sözcüğü siyasi ayrılıklara dair bir ibaredir, siyasi yöntemlerle mücadele söz konusu olduğunda kullanılması lazım gelir. Oysa sömürgeci türk devletinin çatışan çeteleri mazlum millet karşısında olduğu kadar kendi halkı önünde de zorba olmakta hemfikirdir, siyaseten fazlaca ayrılık arzetmemesine ilaveten kemalizmde ittifak etmeleriyle ideolojik birliğe de sahiptirler. Çıkar çatışmasına, çetelerin pay ve zorbalık yarışına siyasal bir nitelik atfedemeyiz. Bu türden zorbalık yarışı herhangi bir partinin yada belli bir devlet kurumunun kendi içinde de sürmektedir. Fethullah ile Erdoğan, Erdoğan ile Bahçeli, Bahçeli ile genelkurmay, genelkurmayla Kılıçdaroğlu arasında siyaseten olduğu kadar ideolojik bir fark aramak yanlış olacaktır.

Biri katilse öteki değilmi?

Biri antidemokrat ve kürt inkarcısı ise öteki değilmi?

Biri kemalistse öteki değilmi?

Biri üniter devletçi ise öteki değilmi?

Biri tehcir ettiyse öteki etmedimi?

Farkları nederde duruyor?

Aralarındaki siyasi ve ideolojik nüans zıtlaşmayı ve kapışmayı zorunlu kılacak ölçüde derin olmadığına göre zıtlaşmanın nedenlerini parsa paylaşımında aramak gerekecektir.

Çete olmayan bir devlet Öcalan gibi bir çete bozuntusuyla tahakküm sağlamaya tevessül etmez. Çete olmayan bir devlet dünyanın her tarafından El Kaide benzeri çeteleri tedarik edip onlarla işbirliği yapmaz. Bölge devletleriyle rekabetini uygar yöntemlerle sürdürmek yerine çeteler aracılığıyla sürdürüp, çetelerin işlediği suçlar üzerine egemenlik inşa etmeye yeltenmez.

Çetelerin çoğu türk devletinin kendi örgütlenmesidir, bunun dışında yeryüzünde ilişkili olmadığı çete kalmamıştır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
8731 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:19:37:42
x