Siyasetin Esareti

Ulusal Kurtuluş Mücadelesi yürüten örgütlerde kadro, militan ya da o örgütün lideri esir düşebilir.

Hıdır Yalçın

30.05.2014, Cum | 06:22

Siyasetin Esareti
Makaleyi Paylaş
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi yürüten örgütlerde kadro, militan ya da o örgütün lideri esir düşebilir. Düşmanına ya da rakibine esir düşmek her şeyin sonu demek değildir. Hatta mücadeleye ivme kazandıracak yeni bir hamle fırsatı olarak değerlendirilebilir. Bunun tersi de mümkündür. Bu sonuçlardan hangisinin ortaya çıkacağı esir düşenin duruş ve davranışı ile doğru orantılıdır.

Kuzey Kürdistan Kurtuluş mücadelesinde bu iki sonuç için de örnek teşkil edecek önemli olaylar ve süreçler vardır.

PKK’nin 12 Eylül sonrası çıkmak zorunda kaldığı Filistin sahasında ayakta kalıp toparlanmasında, yeniden ülke topraklarına dönüp silahlı direniş mücadelesini başlatmasında rol oynayan belirleyici faktör Amed zindanı başta olmak üzere cezaevlerinde sergilenen direniştir. Mazlum, Hayri, Kemal ve Ferhat Kurtay’ların başını çektiği ölümüne direniş olmasaydı PKK direnişinin gelişip gelişmeyeceği meçhuldü. Burada altı çizilmesi gereken husus, direnen bu Kürt liderler ve militanların bu duruşu, en ağır zindan koşullarında ve insanlık dışı işkence ve zulmün uygulandığı ortamda sergilemeleridir. Kendileri esir alınmıştı ama savundukları düşünceler ve siyaset özgürdü. Kanıtlanan husus şudur ki, fiziksel esaretin kaçınılmaz sonucu düşünsel ve siyasal esaret değildir. Bugün her kürdün bu büyük direnişçileri saygıyla ve minnetle yâd etmesinin altında bu gerçek vardır.

Onların esaret koşullarında sergiledikleri direniş amaca bağlılığı ve bunu gerçekleştirecek azim, kararlılık ve cesareti kamçılamıştır ve yol açtığı sonuçlar ortadadır.

PKK’nin mücadele sürecinde ortaya çıkan bir başka önemli esaret olayı da Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesidir.

Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının tüm Kürtlerde yarattığı büyük öfke ve intikam duygusunu tartışmaya gerek yoktur. PKK dışındaki tüm örgütler ve genel olarak Kürtler bu olay karşısında ortak bir ulusal refleks göstermişlerdir. Ta ki, Öcalan “anam Türk’tür, devlete hizmete hazırım” diyerek milyonların beklentilerine ters düşen bir duruş sergileyinceye kadar. Ardından gelişen süreç az çok biliniyor.

Öcalan’ın PKK’nin lideri olması direnmeme ayrıcalığı doğurmaz. Esaret koşulları bile olsa direnmek her kadro, militan ve sıradan yurtseverler için sergilenmesi gereken onurlu bir duruşsa bunu örgütün liderliğinden beklemek herkesin hakkıdır. Sıradan militanın direnmemesi ve bildiklerini söylemesinin mücadeleye vereceği zarar sınırlıdır ve tedbirleri alınabilir. Ama Öcalan’ın esareti düşünsel ve siyasal esarete dönüştüğü için durum mukayese edilmeyecek kadar farklı ve her zaman önemli bir değerlendirme konusudur.

Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarını kazanması için izlenecek yol- yöntem ve hedefler değişebilir. Bu hakkı bağımsız devlet talebiyle kullanmak isteyenler olabileceği gibi, federasyon, özerklik veya başka biçimler altında gerçekleştirmek isteyenlerde olabilir. Bunu belirlemenin en iyi yolu koşullarını olgunlaştırıp referandumla Kürt halkının iradesine başvurmaktır. PKK’nin bağımsız devlet, federasyon gibi talepleri savunmamasına diyecek bir şey yok. Ama yaklaşık otuz yıl bağımsız, birleşik, sosyalist ve müreffeh bir Kürdistan kurma amacıyla savaşan bir örgütün “altın tepside de sunulsa” devleti kabul etmem noktasına gelmenin ötesinde ulus devleti “lanetleyerek” bunu tüm Kürtlere farz kılmaya çalışmasının anlaşılır bir tarafı yoktur. Bağımsız devlet istememek bir siyasi tercihtir. Ama Kürtler adına devlet kurmaya karşı olmak ve bunu “lanetlemek” bir vakadır. Burada bir travma söz konusudur. Daha da vahim olanı bunu kabul etmeyen Kürtleri hak etmedikleri sıfatlarla yaftalamak ve suçlamaktır

Bu zihniyetin bir sonucu olarak Güney Kürdistan’da ortaya çıkan federasyonu ikinci bir İsrail olarak değerlendiren ve hedef gösteren anlayış, Güney-batı Kürdistan’da en azından federasyon için son derece elverişli koşullar olmasına rağmen “kanton” adı altında ulusal ve ülkesel bütünlüğü riske eden bir statüde ısrar etmektedir. Kendisi dışında hiçbir Kürt örgütün varlığına ve tercihine saygı göstermemekte ve engellemektedir. Ama öte yandan herkesten çok ulusal birlikten, demokrasi ve özgürlükten söz etmektedir.

Fiziksel esaret düşünsel ve siyasal esarete dönüşürse kaçınılmaz sonuç esareti gerçekleştirenlere güven vermek ve isteklerini gerçekleştirme çabasıdır. Öcalan’ın yakalanması ardından PKK’de ve legal siyaset alanında değişim adı altında olup biteni bu temelde anlamak gerekir diye düşünüyorum.

A.Öcalan’ın bulunduğu zindandan çıkarak özgürleşmesine karşı çıkan ya da bunu istemeyen hiçbir Kürt ya da insanın olacağını sanmıyorum. Ama daha da önemli olan Öcalan’a özgürlüğü stratejik slogan ve temel amaç haline getiren Kürtlerin düşünsel ve siyasal özgürlüğü savunmaları ve yakalamalarıdır.

29 Mayıs 2014 Hıdır Yalçın

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

11884 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:12:34:38
x