Gündemden Düşünce Ağıma Takılanlar

Gündem o kadar yoğun ve hızlı ki, birini anlayıp yorumlamaya başlamadan bir diğeri düşünce kulvarında dolaşmaya başlıyor.

Hıdır Yalçın

16.03.2014, Paz | 21:38

 Gündemden Düşünce Ağıma Takılanlar
Makaleyi Paylaş
Gündem o kadar yoğun ve hızlı ki, birini anlayıp yorumlamaya başlamadan bir diğeri düşünce kulvarında dolaşmaya başlıyor. Ve ardından bir diğeri, diğeri derken yorumlamak ve yazmak istediğin konu bir de bakıyorsun güncelliğini yitirmiş. Bu nedenle birkaç başlık ve konuyu aynı anda ve birlikte yazmayı düşündüm. Umarım beceririm ve okuyanları sıkmam.

Bugün Kürtlerin ortak acısı ve İnsanlığın büyük utancı olan Halepçe katliamının yıldönümü. Hiç bir kürdün unutmayacağı ve unutturmayacağı o vahşeti belgeleyen resimleri görüp, yazıları okurken o acıyı defalarca ve ürpererek yaşar gibi oluyor insan. Lanet olsun bu vahşeti yapanlara, lanet olsun bu vahşet karşısında sessiz kalanlara, lanet olsun bunun hesabını sormayanlara ve hesabını vermeyenlere. Yeni Halepçelerin yaşanmaması için ne gerekiyorsa yapmamız lazım. Artık yeni Halepçeler yaşanmaz, o dönem kapandı demeyin. Eminim bugün Maliki’nin eline fırsat geçse farklı biçimlerde ve yöntemlerle Kürtlere Halepçe düzeyinde yeni acılar yaşatmak isteyecektir. Bu gerçeği unutmadan Halepçe şehitlerini saygıyla anıyorum.

Kürdistan\'a Rojava ve “Kanton”culuk

Bu ara Güneybatı Kürdistan’daki gelişmeleri irdeleyen yazıları okurken bir nokta çok dikkatimi çekti. Kürdistan\'a Rojava ya da Güney-batı Kürdistan deyimi yerini “Rojava” kelimesi kullanılıyor. Başlangıçta çok önemsemedim. Âmâ Kürdistan\'a Rojava’da “kanton” denilen formül hayata geçirilmeye ve Türkiye’de bilinen bir çok köşe yazarı başta olmak üzere siyasetçiler ve hükümet kanadından temsilciler bu kavramı hemen benimseyip kullanmaya başlayınca bunun pek de öyle geçiştirilmeyecek bir ayrıntı ve oluşan bir dil alışkanlığı olarak kabul edilemeyeceğini düşünmeye başladım.

Suriye’de ve Güney-batı Kürdistan da bugün yaşanan gelişmeler daha yeni belirginlik kazanmışken Türkiye’de “Kuzey Suriye” kavramı türetilerek Kürdistan\'a Rojava coğrafyası ve buradaki siyasi gelişmeler bu ad altında ifade edilmeye başlandı. Güney Kürdistan’ı eskiden Kuzey Irak diye tanımlayanlar yaşadıkları tecrübeden hareketle Kürdistan\'a Rojava için bu kavramı kullanmak olur mu olmaz mı diye tartışırken birden Rojava kelimesi üzerine balıklamasına atlayıp yapıştılar. Kanton formülüyle bütünlüklü düşünüldüğünde Türkiye de bu kavramın neden yaygın ve kanıksanmışçasına kullanıldığını ve onları bir sıkıntıdan kurtardığını anlamak zor değildir.

Adına “kanton” denilen ve dünyanın bazı ülkelerinde bir yerel çözüm modeli olarak uygulanan formülü bugün getirip Kurdistan\'a Rojava ya dayatmak ne buradaki gelişme düzeyine uyar ne de buradaki Kürtlerin dertlerine deva olacak sonuçlar yaratır. En azından Federal ya da daha ileri düzeyde bir siyasi çözümü dayatmak ve uygulamak mümkün iken Kanton da ısrar etmek bir tuzaktır. Görünen o ki, başta Türkiye olmak üzere İran ve giderek Irak bu kanton çözümünü tüm Kürdistan için genelleştirme gayreti içerisine gireceklerdir. Maliki’nin Güney Kürdistan’ı adeta Irak’ın bir ili gibi görme ve ona uygun yönetme çabasının arkasında böyle bir zihniyet vardır.

HDP ve Türkiyelileşmek

Birkaç gün önce BDP den bir yetkili yerel seçimlerden sonra meclisteki BDP gurubunun istifa ederek topluca HDP’ye geçeceğini söyledi. Bir süreden beridir uygulamaya konulan bu proje Türkiyelileşme gibi “büyük” bir amacı gerçekleştirmeye dönükmüş.

Kürtlerin Türkiyelileşmek gibi bir amacı yoktur ve olmamalıdır. Dolayısıyla böyle bir adım hiçbir Kürt için çekici ve heyecan verici olmadığı gibi büyük bir rahatsızlık nedenidir. Türkiye ‘de yeteri kadar ve tüm sosyal kesimleri temsil edecek kadar parti vardır. Olmayan Kürtlerin hakları ve onları temsil eden partileridir. Kürtlerin belli bir kesiminin ve kürtlük duygularıyla oy verdiği, sahiplendiği BDP’yi HDP’ye devretmek ne adına yapılmış olursa olsun Kürt ve Kürdistani bir davranış değildir.

Kürt sorununun çözümünde aşırı genelleyici yaklaşımlar özünde kürt ve Kürdistan gerçeğinden uzaklaşma sonucunu yaratır. Kendi ideolojik frekanslarına uyan bazı grup ya da kesimlerle bir araya gelmeyi halkların birliği olarak yansıtmanın gerçeklerle alakası da yoktur. Türkiye metropollerinde ve Kuzey Kürdistan’da yaşayan Kürtlerin oyları dışında tutulursa HDP denilen oluşumun alacağı oy oranı binde sıfır bilmem kaçı bulmaz. Kaldı ki, sorun onların ne kadar oy alması da değildir. Kürtlerin kurtulmak için, kendi ulusal haklarını kazanmak için illa Türkiyelileşmek gibi bir ihtiyacı yoktur.

Yıllar önce Lübnan’da Dürzi olarak bilinen mazlum bir halkın en büyük örgütlerinden birinin sorumlusuyla bir görüşme yapmıştık. Öcalan yakalanmıştı ve ardından PKK bir strateji değişikliğine gitmişti. Demokratik Orta doğu birliği esprisiyle hareket ediliyordu. Görüşmede yaptığımız stratejik değişiklik ve Demokratik Ortadoğu birliği esprimize uygun ilişkilerimizin daha da geliştirilip güçlendirilmesinden söz etmiştim. Bana verdiği cevap şu olmuştu “Bırakalım şimdi Demokratik Ortadoğu birliğini. Kürtler bölgenin en ezilen ve mazlum halkıdır. Onların kurtuluşu için çalışmak ve özgürleşmesini sağlamak en temel ve birincil hedef olmalıdır. Bu cevap karşısında söylenecek fazla bir söz yoktu.

Elbette Kürtler uluslararası güçlerin, halkların desteğini sağlamalı onlarla kalıcı ve dostane ilişkiler geliştirmelidir. Daha çok dost daha az düşman ilkesi ulusal politikasının ana ilkesi olmalıdır. Âmâ kurulacak tüm ilişkiler ve sağlanacak dostluklar Türkiyelileşmek, İranlaşmak, Iraklılaşmak ya da Suriyelileşmek için değil KÜRDİSTANİLEŞMEK için olmalıdır.

KCK’nın Son Açıklaması Bir Savaş İlanı mıdır?

KCK yaptığı uzun açıklama da AKP’nin artık bir muhatap olmadığını ifade etti. Açıklamanın en kısa özeti görüşme sürecinden beklentilerinin karşılanmadığı ve artık sürecin bu biçimiyle yürüyemeyeceğidir. Bu açıklamayı yeni bir çatışma ve savaş ilanı olarak yorumlayanlar var. Bu yorumu doğru olarak kabul edersek peki birkaç gün önce Öcalan adına yapılan ve sürecin devam etmesini işaret eden açıklamasını nereye koymak lazım. Ya da Newroz’da Öcalan tarafından yapılacağı söylenen açıklamada AKP ve devletle sürece devam denilirse Kandil yaptığı bu açıklamanın arkasında durabilecek mi? Geçmişte yaşanan örneklere bakılırsa buna verilecek cevap Hayır’dır.

Kaldı ki, esas sorun Kürt sorununun çözümünde devlet adına muhatabın hangi hükümet olacağından çok sizin muhataplarınızla görüşmede Kürtler adına nasıl bir duruş sergilediğiniz ve neyin talep ettiğinizdir. Keza olası yeni bir çatışma ya da savaşı destekleyip desteklememe tutumunu belirlemeden önce böyle bir savaşın niçin yapıldığını yani amacını anlamak önemlidir. Görüşme sürecinde PKK’nın öne sürdüğü taleplere bakıldığında bunlar için bir savaşa gerek yoktur. Peki, yeni bir savaş değişen bir amaç için mi yapılmaktadır hayır. O zaman geriye kalan anlamsız bir savaşın pahalı ve gereksiz bir tekrarından başka bir şey olmayacaktır. En kötüsü bu savaşın Kürtlerin ihtiyaçlarından değil bölgesel güç dengelerinde etkili olan aktörlerin ihtiyaçlarına göre şekillenmesidir.

Bunların hepsi ihtimaller. Âmâ kesin olan şey KCK’nın bu açıklamasının ömrü Öcalan’ın Newroz’da yapacağı söylenen açıklamaya kadardır.

Hıdır Yalçın

16 Mart 2014 Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
12191 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:02:10:15
x