'Denizler'in Yolu' ve Gerçekler

Kendilerini Türklük dışında başka bir aidiyetle tanımlayanlara en net ve somut cevabı, 1930’larda adalet ve Eğitim bakanlığı görevlerinde bulunmuş Kemalist rejimin ideoloğu Mahmut Esat Bozkurt vermişti: “Dost, düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler; bu memleketin efendisi Türklerdir. Saf Türk ırkından olmayanların Türk vatanında tek bir hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” diye bağıracaktı...

Gencettin Öner

06.05.2023, Cts | 10:09

'Denizler'in Yolu' ve Gerçekler
Makaleyi Paylaş

1972 Mayıs ayının 6. gününde ülke tarihine damga vuran dramatik bir olay yaşandı. Ağır bir zulüm, haksızlık ve sömürü altında inleyen toplumun bu kıskaçtan kurtulması inancıyla yola çıkan 68 kuşağının protest üniversite gençlik hareketi liderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, tekçi, inkârcı ve ceberut Kemalist rejimin bekçileri olan generallerin, bürokratların savcı ve hakimler tarafından idama mahkûm edilmişlerdi. Bu mahkûmiyet kararı hukuki değil, ideolojik ve siyasal amaçlıydı. Hukukun temel prensiplerini hiçe sayan bu idam kararı meclise taşındığında yarıya yakın CHP milletvekillerinin de içinde yer aldığı meclis çoğunluğu tarafından “evet" oyu verilerek kararın infazı lehinde oy kullanılmıştı. Adı geçen gençler, 6 Mayıs 1972 yılında idam edildiler.

Bu gençler idam edildiklerinde 25-28 yaşlarındaydılar. Hiç kimseyi öldürmemişlerdi. İdamlarının her yıldönümlerinde “Denizlerin yol arkadaşları" diye ortaya çıkan kesimlerce anma toplantıları düzenlenir. Peki bu gençlerin uğrunda hayatlarını feda ettikleri amaçlarını kayıtsız şartsız benimsiyorlar mı? Hayatın gerçekliği ve şu an ki pratik duruşları öyle olmadığını gösteriyor. Deniz'in idam sehpasına çıkarak cellatlarına karşı haykırdığı "Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi" sloganından bu kesim ne anlıyor? Oysa günümüz koşullarında solculuk iddiasıyla ortaya çıkan kesimlerin büyük çoğunluğu, bu sloganı duyduklarında titreyerek tüyleri diken diken oluyor. Samimi değiller ve yalan söylüyorlar. Bu gençler, idam edildiklerinde 25-28 yaşlarında toy ve çok tecrübesiz gençlerdi. Fakat samimi ve dürüsttüler. Her ne kadar yoluna baş koydukları idealleri ile teorik ve pratik eylemleri arasında uzlaşmaz çelişkiler olsa bile. Deniz ve arkadaşlarının "sömürünün, eşitsizliğin, haksızlık ve hukuksuzluğun olmadığı özgür bir dünya" amacına ulaşmanın yolu yanılgı ve büyük yanlışlarla dolu olduğu da su götürmez bir gerçeklikti.

Başka halkların ve inançların inkârı temelinde kurulmuş, itirazı olanları acımasız katliamlarla ezmiş ceberut Kemalist rejimin lideri Mustafa Kemal'in izinden giderek bunları başaracaklarını söylemeleri de bir o kadar şaşırtıcıdır. Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için biraz gerilere gitmekte fayda var. 2. dünya savaşından sonra, yerküre ABD ve Sovyetleri Birliğinin başını çektiği iki zıt ideolojik kutba bölünmüştü. Buna “Soğuk savaş dönemi” denir. Çelişkilerin çok keskinleştiği o tarihsel kaotik ortamda, işsizlik ve yoksulluk içinde sömürülen ve ezilen dünyanın alt tabaka kesimleri özgürlük, eşitlik ve adalet istemiyle yola çıkan yeni kuşak bir gençlik boy vermişti. Bu protest akım, ilk başlarda Avrupa ve Amerika'da olmak üzere kendisini kitlesel eylemler biçiminde hissettirdi. Bu toplumsal dönüşüm eylemleri, doğal olarak Türkiye'yi de etkiledi. Hareketin başını aydınlar ve üniversite öğrencileri çekiyordu. Dünya üzerinde birbiriyle rekabet eden bu iki süper hegemonik güç, Türkiye'nin toplumsal yapısını da derinden etkiledi.

Türk devletinin kuruluşu süreci de çok sancılı geçmişti. İmparatorluğun yıkılmasından sonra, Trakya ve Anadolu coğrafyasında tüm etnik, inanç ve kültürel farklılıkları yok sayan ve yasaklayan Türk etnik temelli bir Cumhuriyet kurulmuştu. Zorbalık ve dayatma ile varlığını sürdürmeye çalışan bu otoriter ve tekçi devlet, bu duruma itiraz eden ve karşı çıkan on binlerce insanın hayatları pahasına bu günlere gelmişti. Cumhuriyet rejimi, farklı inanç, kültürel ve etnik farklılıkların inkârı ve yokluğu temelinde gerçek laikliğe aykırı Türk-Sünni Müslüman bir devlet olarak kuruldu. Bu devlet hiçbir zaman gerçek anlamda laik bir devlet olamadı. (Bir dinin ve mezhebin farklı ve zıt inançta olduğu bir topluma zorla dayatılması olan Diyanet işleri başkanlığı gibi devletin kurumsal bir yapısı haline getirilmesi)

Avrupa da filizlenen bu fikir, ezilen ve sömürülen mağdur çoğunluğun haklarını savunmak temelinde dünyaya yayılan sol siyasal ideoloji, Türkiye'de de taraftar bularak hızla gelişen bir çekim alanı bulmuştu. Fakat, bu idealin dizayn edilmesinde onun fikirsel alt yapısını kurmada çok büyük sorunlar vardı. Epeyce genç ve deneyimsiz olan bu gençlerin, otoriter, tekçi ve ceberut devletin sebep olduğu dağ gibi birikmiş sorunları doğru teşhis etmek ve bunları halkın önüne sererek çözmeye çalışmak bu idealist gençleri fersah fersah aşan bir durumdu. Her yönüyle güçlenmiş otoriter ve tekçi rejimin bu duruma müsaade edilmesi zaten beklenemezdi. Çünkü, bütün bu kötülüklerin müsebbibi bizzat Mustafa Kemal’in temelini attığı tekçi ve inkârcı ideolojinin kendisiydi. Deniz Gezmiş'in ütopik olarak tahayyül ettiği amaç ile çelişkinin alası olan kendi ifadesiyle “Büyük devrimci" dediği Mustafa Kemal'in amaç ve tahayyülleri arasında 180 derece bir zıtlık vardı. Nitekim bu üç gencin iyi niyetli ütopik hayalleri, devlete hâkim olan Atatürkçü-Kemalist muktedirler tarafından yok edilmek için darağacına yollanmıştı. Bu gençler kimseleri yaralamamış ve öldürmemişlerdi. Oysa koyun boğazlar gibi toplu katliam yapmış katiller, bir-iki yıl yattıktan sonra, ellerini kollarını sallaya sallaya aramızda şu an bile dolaşıp duruyorlar.

Bu gençlerin samimiyetlerinde zerrece şüphe yoktu. Sadece hayatları boyunca geçim sıkıntısı yaşamamış, alın teri dökerek para kazanmamış eğitimli ve meslek sahibi orta sınıf ailelerin çocuklarıydı. Köyü ve köy yaşamını bilmeyen, ağır yoksulluğu ve ezilmişliğin çok azını yaşamışlardı. Ayrıca yeterli bilgi ve donanıma da sahip değillerdi. Ülkenin içinde bulunduğu bu dev sorunları, küçük çocukların oyun oynarken kendi aralarında evcilik oyununu oynar gibi sanmışlardı. Üstelik "ordu" ve "cephe" kurduklarını da ilan ederek; "Emperyalizmin uşağı komprador burjuvaziye karşı halkın devrimci savaşını başlatmış bulunuyoruz" diyerek kamuoyuna bir deklarasyon yayınlamışlardı. THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) ve THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi) adlı örgütlenmelerin başındaki liderlerden biri, Tokat’ın Kızıldere köyünde gizlendikleri samanlıkta kendi ifadeleriyle; “Kapitalist ve komprador burjuva rejimini devirmek" adına kurtarmaya çalıştıkları köylüler tarafından ihbar edilerek, onlarca askerin ağır silahlarla etraflarını sardıkları baskında öldürülmüşlerdi (Dev-Genç başkanı Ertuğrul Kürkçü sağ, Mahir Çayan ve yanındaki tüm arkadaşları öldürülmüşlerdi.)

Diğer gurubun lideri olan Deniz Gezmiş, basın mensuplarının sorularına verdiği cevaplarda, bu çıkışlarının amaçlarını şöyle sıralamıştı: "Biz anti-emperyalist büyük devrimci Mustafa Kemal'in yolundan gidiyoruz. Samsun’a çıkıp yeniden 2. kurtuluş savaşını başlatacağız” demişti. Böylesi bir ifade, toplumda köklü ve temel bir değişimi savunacak devrimci mücadeleden hayli uzak bir ifadeydi. Çünkü, devrimci bir amaç uğruna yola çıktıklarını iddia eden bu gençler, toplumu bu duruma getiren temel sebeplerin başında Mustafa Kemal’in kurduğu otoriter, tekçi, inkârcı ceberut devletin bizzat kendisiydi. Bu iki zıt fikir ve amacın yan yana gelmesi, mümkün olmayan bir metafordu. Hak-hukuk, adalet, ulusal eşitlik ve emek mücadelesi ile “Mustafa Kemal’in yolu” hiçbir suretle yan yana gelmeyen iki zıt olguydu. Deniz Gezmiş’in inanarak yoluna baş koyduğu ve adına "devrimci mücadele" dediği eylemleri nedeniyle Mustafa Kemal'in temellerini attığı rejimin yılmaz bekçileri tarafından; “Anayasayı ilga, demokratik ve laik cumhuriyeti yıkmak amacıyla yasadışı örgüt kurmak” şeklinde altını çizdikleri gerekçeyle bu gençler suçlu bulunmuş, idam cezaları 6 Mayıs 1972 yılında infaz edilmişti. Kemalist ideolojinin gerçek anlamda ne olduğu konusunu, ilk kez İbrahim Kaypakkaya tarafından mükemmel sayılan bir siyasal analizle deşifre edilmişti. "Kemalizm, Türk tipi faşizmdir" Kaypakkaya’nın akıbetinin nasıl trajik bir sonla bittiği herkesin malumuydu.

Ulusal baskı altında tutularak defalarca katliamlardan geçirilen Kürtlerin, kırdırılan Ermenilerin, mübadele ile yerlerinden yurtlarından edinilen Rumların, ulusal varlıkları yok sayılan Türk olmayan diğer Müslüman halkların anayasa ve yasalar karşısında yok hükmünde görülmelerinin yegâne sorumlusu Kemalist rejimin çerçevesini çizdiği ideolojik paradigmanın bir sonucuydu. Bu tecrübesiz gençler, büyük bir yanılgı ve ciddi bir kafa karışıklığı içindeydiler. Üstelik “kurtarmaya” çalıştıkları toplumsal kesimlerin tamama yakını, onların bu kurtarıcılıklarına itibar etmemiş, tersine gittikleri ve saklandıkları her yerde haklarını savundukları insanlar tarafından ihbar edilmişlerdi. Epeyce trajik ve düşündürücü olan bu durumların üzerinden onlarca yıl geçti. Bu ülkenin sosyologları, siyasal bilimcileri ve psikologları, bu çelişkili konu hakkında elle tutulur somut ve gerçekçi analiz yapamadılar. Sözleri sakıncalı ve söyledikleri yasaklı birkaç bilim insanı dışında.

Cumhuriyetin 50. Kuruluş yılına denk gelen bu süreçte, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının teorik anlamda hayal ve ideallerini süsleyen "adil, barışçıl ve eşitlikçi bir düzen" kurulması adına yoluna baş koydukları mücadelelerinin hedef ve amaç yanlışlığı konusunu yukarıda detaylarıyla açıklamıştık. Hal böyle iken, Deniz Gezmiş, siyasal amaçlarını sıralarken sarf ettiği; “Mustafa Kemal’in yolundan gidiyoruz” ya da “İkinci bir kurtuluş savaşı için Samsun’a çıkacağız” demesi başlı başına bir sorundu. Eğer ki Mustafa Kemal hayatta olsaydı, bu gençlerin akıbetleri şimdikinden farklı olmayacak, hatta uzatılmış yargılamalar ve meclis oylamasına bile gerek görmeden bu gençleri idam ettirecekti. Yaklaşık bir asırdan beri kurulmuş olan bu devletin topluma ve hayata bakış paradigmasının şekillenmesinde, kurumsallaşmasında ve hayat bulmasında bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünsel ve eylemsel damgasını taşıyor. Deniz Gezmiş’in göğsünü gere gere söylediği “Mustafa Kemal’in yolu” işte böyle bir yoldur.

Tekçi ve inkârcı rejimin paradigmasıyla uyumlu olan bu kararlar, bu ülkede hep uygulana gelmiştir. Üzerinde ciddiyetle durulması gereken esas konu, bu tecrübesiz gençlerin, böylesi bir yanılgıya neden ve nasıl kapıldıklarıydı? Deniz'in dile getirdiği haklı ve insani talepler ile, bu taleplerin zıddı olan Atatürkçü, ya da diğer adıyla Kemalist ideoloji arasında uzlaşmaz çelişkiler olduğu su götürmez bir gerçekti. İdam sehpasına çıkan Deniz Gezmiş’in “son söz” olarak tarihe geçen sözlerinin en dikkat çekeni; “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!” sloganıydı. Bu sloganın amaç ve hedefleri ile, Kemalizm, ya da diğer adıyla Atatürkçü düşünce ile nasıl bir yakınlık olabilirdi? Devletin Kemalist paradigması ile, Deniz Gezmiş’in idam sehpasında haykırdığı slogan arasında temel bir zıtlık, uzlaşmaz bir çelişki yok muydu? Bu çelişkiler diz boyuydu. Atatürkçü ideolojinin biçimlendirip şekillendirdiği devlet yapılanmasında, Türklük dışında başka etnik kimliklerin, örneğin Kürtlerin, Ermenilerin, Müslüman Çerkez, Laz ve Arapların bu yapılanmada yeri, adı ve statüsü olamazdı. Ne demek Kürt halkı?

İnkârcı ve tekçi cumhuriyet kurulur kurulmaz ilk icraatı 1924 yılında bir meclis darbesiyle ortadan kaldırdığı 1921 ademi merkeziyetçi anayasasını yerine Türk etnik temelli 1924 anayasasını koymak oldu. Bu anayasa askeri darbelerle bu durum yeniden dizayn edildi. Bu toprakların çok kültürlü, çok inançlı ve çok etnisiteli toplumsal farklılık yapısını Türklük temelinde şekillendirerek bu durumu herkese zorla dayattı. Ülkede Türkten başka halkların var olduğu tezini savunmak, onların ulusal ve demokratik haklarından bahsetmek, devletin temel paradigmasına, dolayısıyla bu paradigmanın dayandığı anayasa ve yasalara aykırıdır. Bu talepleri öne sürmek, adı geçen bu yasalara göre suç işlemek ve bölücülük yapmaktı. Bölücülük de şiddetle cezalandırılması gereken bir suçtu. Onun için, Lozan’da dönemin iki emperyalist gücü olan İngiltere ve Fransa'ya verilen açık taahhütler ve gizli anlaşmalarda, sadece Gayri Müslümlere gurup hakları ve ulusal haklar tanınmıştı. Bunun dışında kalan herkes Türk olmak ya da Türk görünmek zorundaydı. Vatandaş olmanın, vatandaşlık haklarından yararlanmanın yegâne yolu, Türk olmak, ya da kendini Türk görmekten geçerdi. Dağlara, taşlara, ülkenin her tarafına boşuna şu slogan yazılmamıştı. “Ne Mutlu Türküm diyene!”

Kendilerini Türklük dışında başka bir aidiyetle tanımlayanlara en net ve somut cevabı, 1930’larda adalet ve Eğitim bakanlığı görevlerinde bulunmuş Kemalist rejimin ideoloğu Mahmut Esat Bozkurt vermişti: “Dost, düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler; bu memleketin efendisi Türklerdir. Saf Türk ırkından olmayanların Türk vatanında tek bir hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” diye bağıracaktı. Onun için bu ülkede başka toplum veya halklardan bahsetmek, bu toplumların farklılıklardan kaynaklı haklarının kullanılmasında ısrarcı olmak, anayasal suç işlemekti. Türklüğün dışında başka millet ve ulusların varlık iddiasında bulunmak, devletin mutlak egemeni olan Türklükten başkalarını bu egemenliğe ortak etmeye çalışmak, fikir beyan etmek “bölücülük” olarak algılanır. Bu gençler, gençlik heyecanının ve tecrübesizliklerinin kurbanı olmuş, Kemalizm’in şaşmaz takipçileri tarafından idam edilmekten kurtulamamışlardı. 06.05.2023

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

2656 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:14:54:54

Gencettin Öner

Yazarın Önceki Yazıları

İnsanlık Değerlerinin Yerle Bir Edildiği, İnsanlık Erdeminin Çöktüğü Nokta; Soykırımlar 2024 Seçiminin Patolojik Siyasal Anatomisi Üzerine Bir Kaç Söz? Kürt Siyasetçilerin Aymazlıklarına Kim Dur Diyecek? Mertliğin, Onurun ve Yiğitliğin Timsali; Yılmaz Güney Toplumlara 'Hakikat' Diye Dayatılan Sosyal Psikoz ve Sosyal Halüsinasyon Handikaplarından Kurtulmaları Mümkün Olabilir mi? Sekülerlik, Laiklik, Komünizm ve Sosyal Darwinizm Üzerine Felsefi Bir Analiz; Kürtler Bu Kavramları Nasıl Algılıyor? (2) 3 Olgu, 3 Sonuç ve Toplumun Çok Hazin Aymazlığı Sekülerlik, Laiklik, Komünizm Üzerine Felsefi Bir Analiz; Kürtler Bu Süreçte Ne Yapmalı (1) Tarihten Hiç Ders Çıkaramama Selahattin Demirtaş ve Seher’in Dramı Sarı Hoca(İsmail Beşikci) Hakkında Birkaç Hayat Anekdotu 'Derin Dewlet Nedır Abê?' Aptallığın Resmi Var Mıdır Acaba? Yalanlarla Zihinlere Kazınmış Ezberlerin Bozulması ve Hakikat 'Xwedê Mırov Kor Neke, Kor Bikejî Kerr Neke' Sosyal Psikoz ve Hakikat 'Cumhuriyet' Nedir? Ne Değildir? 'İlericilik', 'Gericilik', 'Faşizm' ve 'Demokrasi' Kavramları Üzerinde Felsefi Bir Beyin Fırtınası Sivil Katliamları İdeoloji ve Din Kisvesi Altında Savunan Barbarlık 'Göz Bebeği' 'Göz Ağrısı' 'Göz Dikeni' Katliam, yağma, fetih ve işgalleri kutsama, bu kötülüklerin mağdurlarının torunlarının aymazlıkları üzerine Bayramlar; Kimilerine Sevinç ve Mutluluk Vesilesi Olurken, Kimilerine Neden Hüzün ve Yok Sayılma Vesilesi Oluyor? Tabuları Yıkmak Değerli Hukukçu, Hakperest İnsan, Hacı Akyol’un Anısına Saygıyla Toplumsal Hafıza, Mustafa Muğlalı ve 33 Kurşun olayı Sivas Katliamı Üzerine Tekrarlı Bir Hatırlatma Hakikat ve Vicdanla Bağdaşmayan Rutinleşmiş bir İnanç Ezberi; Kurban İnsanlığın Erdemli Olma Yolundaki Uzun Yürüyüşü; Evim mi? Devrim mi? İki Yüzlülük, Riyakarlık ve Yalanlarla Nereye Kadar? 2023 Seçim Sonuçları Üzerine Birkaç Söz… Kaybedenler ve Kazananlar; Neden? Nasıl? Niçin? Yüz Yıldır Kürtlere Dayatılan 'Kırk Katır mı? Kırk Satır mı? ' Anlayışına Ne Zaman Dur Denilecek? Faşist Nobranlıkla Nereye Kadar? Bir Seçimin Sosyolojik ve Siyasal Anatomisi Dersim Katliamı Olguları, Kavramları Çarpıtma Ve Türk Toplum Algısında Karşılık Bulmuş Politik-Şoven Psikoz 23 Nisanı Bayram Havasında Kutlayan Türkler, 24 Nisan Trajedisini de Unutmamalılar Toplumu İnanç Ve Bayrak Dayatmasıyla Terbiye Etmeye Çalışılan Oyunlar Ve Erdemlilik Tarihte yaşananlardan ders çıkaramama ve son hazin siyasi aymazlık Kılıçdaroğlu'nun 'Halil İbrahim Sofrası' Temennisi ve Gerçekler Spor centilmenliği, seri katilleri kutsama ve faşistleşen toplum Coğrafyamızda meydana gelen deprem felaketi üzerine birkaç söz Riyakarlık, makyaj ve yalanlarla nereye kadar? Etnik nefretin aramızdan aldığı güzel insan; Hrant Dink 'Öteki'ye Olan Düşmanlık ve Nefret, Empati ve Erdemliliğe Dönüşebilir mi? 100. Yılına girecek olan otoriter ve tekçi rejimin kalıcı otokrat bir rejime evrilmesine karşı mağdurlar ne yapmalı? 'Kimseye Verilecek Bir Çakıl Taşımız Yoktur' Veya ‘Ya Sev Ya Terket!' Metaforu Üzerine Birkaç Söz Nasıl Bir Anayasa? Sedama bındestîya Kurda azlû bu! Neo-Osmanlıcılık ile Neo-İttihatçılığın 100 yıllık ezeli düşmanlıktan, iktidar ittifakına geçmeleri ve 10 kasım üzerine birkaç söz Cumhuriyet mi, Demokrasi mi? 2023 Seçimlerinde 'vatandaş bekası' için kime ve neye göre oy verilmeli?
x