Bir Medeniyetin Taşıyıcısı Olan Kürtlerin Şahsiyetsizleştirilmesi

Kimi sömürgeler medeniyetsiz olarak adlandırılır ve ‘biz onlara medeniyet götürüyoruz’ sloganıyla onları kendilerine tabi kılar ve bu yerliler için bir süre sonra bir kurtuluş olarak algılanır. Bir diğer ve en tehlikeli sömürgeleştirme ise ‘kültürel alinasyon’dur.

Dilek Azad

28.01.2017, Cts | 20:16

Bir Medeniyetin Taşıyıcısı Olan Kürtlerin Şahsiyetsizleştirilmesi
Makaleyi Paylaş

Toplumlar sürekli olarak bir değişim içerisindedir. Her toplumun yaşadığı bu değişimler tarihsel çizgide farklı iniş çıkışlar göstermektedir. Bir medeniyetin doğuşu, başka bir medeniyetin yok oluşu ile tarihte aynı anda tezahür edebilir. Her medeniyet de tarihsel süreç içerisinde doğar, büyür, gelişir ve ölür. Örnek verecek olursak “Karanlık Çağ” olarak bilinen dönem, Avrupa için karanlık iken aynı dönem, İslam medeniyeti için aydınlık bir dönemdir. Aynı zamanda uygarlıklar bu aşamalarını yaşarken diğer uygarlıkları etkilemekte ve onlardan etkilenmektedir.

Bu uygarlıklardan biride nitekim Fırat ve Dicle arasındaki (Beyne’n-Nehreyn) yöreyi kapsayan ve Kürtlerin ev sahipliğini yaptığı medeniyet havzasıdır. A.Şeriati’nin de deyimiyle ‘Yunan medeniyeti hicret eden Kürtlerin kurduğu bir medeniyettir. Bu medeniyet Kürtlerin Yunan’a gitmeleriyle başladı. Hepsinden de önemlisi ve açıkçası çağdaş Amerikan medeniyetidir’. Kürtler tarihsel süreç içerisinde tarih çizgisinde farklı iniş çıkışlar göstermiş, bu süreç zarfında birçok medeniyeti etkilemiş ve birçok medeniyetten de etkilenmiştir. Birçok medeniyeti etkileyen, hars, kültür ve felsefenin beşiği olan bu havza, sömürge faaliyetlerinin cirit attığı yer olarak bu gün ölü konumunda bir medeniyettir.

Bir medeniyeti çöküşe sürükleyen en büyük etken ‘sosyal sermayenin’ ortadan kaldırılmasıdır. Bu sosyal sermaye; kültürel, simgesel/dilsel, toplumsal ve ekonomik sermayedir. Peki, Bir toplumda toplumsal sermaye nasıl ortadan kaldırılabilir? Sorunun cevabına geçmeden önce şunu da belirtmeliyim ki her toplumsal yapı birbirinden farklıdır. Dolayısıyla sömürge konumunda olan ve sömürgeleştirilen uygarlıklar üzerinde uygulanan yöntem ve metotlarda farklılık gösterir.

Kimi sömürgelere bakir topraklar olarak bakılır ve yerlileri köleleştirilerek kendi medeniyet ocağının yakılacak odunlarına dönüştürülür. A.Şeriati’nin tabiriyle Afrika’nın bir gecede Avrupalılar tarafından yamyamlaştırılması gibi. Kimi sömürgeler medeniyetsiz olarak adlandırılır ve ‘biz onlara medeniyet götürüyoruz’ sloganıyla onları kendilerine tabi kılar ve bu yerliler için bir süre sonra bir kurtuluş olarak algılanır. Bir diğer ve en tehlikeli sömürgeleştirme ise ‘kültürel alinasyon’dur.

Kürtler üzerinde uygulanan sömürge yöntemi de daha çok ‘kültürel alinasyon’dur. Şimdi sorumuzun cevabına döndüğümüz de Kürtler üzerinde uygulanan böl, yönet ve yok et politikası bu gün hala varlığını şiddetli bir şekilde devam ettirmektedir. Çünkü köklü bir medeniyet havzasının, toplumsal hafızasını yok etmek kolay olmamakla birlikte, bu gün Kürtler de artık toplumsal hafıza kaybının yavaş yavaş yok olmaya yüz tuttuğunu da görmekteyiz.

Kürtler üzerinde uygulanan böl, yönet ve yok et politikası, Kürtler de kendi kendini yönetme gücü olan beyliklerin ortadan kaldırılması sonrasında uygulanan bir politikadır. Beyliklerin ortadan kaldırılmasıyla oluşan yönetim boşluğu, sömürge devletlerince doldurulmaya başlanmıştır ve kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkı tamamen ortadan kaldırılmıştır. Hegel’in deyimiyle, ‘halkın kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkını elinden alan siyasi ve içtimayi düzen, aynı zamanda o halkın yaratıcı gücünü de öldürür’. İşte bu yaratıcı güç de toplumun sosyal sermayesidir.

Sosyal sermaye; toplumun şahsiyetini oluşturan geçmişten bu güne aktarıla gelen kültür, dil, gelenek – görenek, ekonomi kısacası bir toplumu var eden, medeniyetin temel yapı taşlarıdır. Şeriati’nin deyimiyle ‘bütün bir zihniyet olarak, din, tarih, kültür, düşünce, sanat ve edebiyat bir toplumun şahsiyetini belirlediğinden, bunların hepsi de yıkılmalıydı’. Nitekim bu gün Kürtlerde de bunların hemen hemen hepsi yıkılmış durumdadır. Yani bu gün Kürtler, şahsiyetsizleştirilmek istenen bir toplum konumuna gelmiş durumdadır. Bunun için sistemli projelerde nitekim çizildi.

Bu projelerin işlevlerinden bir tanesi; ‘ekonomik sermayenin’ işlevsiz hale getirilmesiydi. Kürtler tarıma dayalı bir ekonomik sermayeye sahiptir. Gelişen ve değişen dünyada salt tarım ekonomisine dayalı bir sistem kendini kalkındıramamaktadır. Toplumsal kalkınma sadece tarımsal ekonomiyle sağlanamayacağı gibi devlet destekli tarımsal faaliyetlerde yürütülmemektedir. Bununla birlikte her hangi bir yatırım da yapılmamakta ve farklı iş kollarına bir alan açılmamaktadır. Bununla ulaşılmak istenen tek bir sonuç vardı Kürdistan topraklarını insansızlaştırmak.

Başlarda Kürtler üzerinde uygulanan 1930’lu yıllara tekabül eden zorunlu iskân politikaları daha sonra yerini geçim sıkıntısı (diğer etkenler olarak sağlık ve eğitim koşulları da vardır) nedeniyle gönüllü göçe bırakmıştır. Genel itibariyle batıya yapılan göçler sonucunda, geri dönmemek üzere farklı bölgelere yerleşilmiştir. İskân politikalarıyla göç ettirilenler, bu politikaların kalkmasıyla geri dönüş yaparken, daha sonra ekonomik nedenlerle göç edenler artık geri dönüş yapmamaktadır. Yapılan göçler sonrası batıda yaşayan Kürtler de göçle birlikte değişimde başlamıştır.

Bu değişimin hızlandırıcıları, L.Althusser’in de kavramsallaştırdığı DİA’lardır(Devletin ideolojik aygıtları). Bu aygıtlar dinsel, öğrenimsel, aile, hukuk ve siyasal kurumlardır. Bu kurumlar aynı zamanda toplumsal kurumlardır ve bu kurumlar aracılığıyla o toplumun kültürü, kuşaklara ve dolayısıyla azınlık konumunda olan diğer milletlere de aktarılır. Kürtlerin bu kurumlarla kuracağı diyalog kendi simgesel/dilsel sermayesi ile değil toplumda geçerli ve kalıplaşmış olan simgesel/dilsel sermayeleri ile kurulur. Bu kurumlarla her zaman iç içe iken birey kendi ‘simgesel/dilsel’ sermayesini de kaybetmektedir. Çünkü artık kendi simgesel sermayesine ihtiyaç duymamaktadır.

Kürtlerin içinde bulunduğu iletişim ağları, toplumsal ağlar, göç ettikten sonra ‘toplumsal sermayesini’ değiştirmektedir. Çünkü göç edilen yerde mevcut bir yaşam tarzı ve farkında olmadan dayatılan kültürel normlar vardır ve bu normlar tüm bireylere standart bir yaşam tarzı sunar. Birey Artık kendi ritüellerinden uzaklaşır, örf - adet, gelenek ve göreneklerine yabancılaşır ve kendi toplumsal sermayesi artık ‘öteki’leşmiş ve aline olmuştur.

Tüm bunların sonucunda ‘kültürel sermaye’ yitirilmeye başlanır ve ‘kültürel alinasyon’ ortaya çıkar. Yani kişinin kendini kendisi olarak değil, daha çok kendi yerinde bir başkasını algıladığı durumdur. Bu noktadan sonra artık kişi kendisini kaybeder ve başkalaşır. İşte bu alinasyonu sağlayan DİA’lardır(devletin ideolojik aygıtları). Birey bura da yabancılaşmadığını, her hangi bir baskı altında olmadığını söyler. Oysaki en çok yabancılaşan ve baskı altında olan bu kesimdir, fakat bu psikolojik bir durum olduğu için fark edilmeyecektir.

Kürtlerden göç etmeyip yerinde kalanlar ise çift faktörle karşı karşıyadır. Yani DİA’lar(devletin ideolojik aygıtları) ve DBA’lar(devletin baskı araçları) ile karşı karşıyadır( DBA’lar hükümet, idare, ordu, polis, mahkemeler, hapishanelerden oluşmaktadır). Burada ise fiili ve psikolojik olarak bir tahakküm gücü bulundurulmaktadır. Çünkü tahakküme karşı başkaldırı, yine tahakküm altına girilen yerde yapılır. Bu yüzden burada çift faktör devreye girmekte ve dört koldan aline etme, sindirme, yönetme ve yok etme stratejileri uygulanmaktadır.

Göç etmeyen Kürtler geleneksel yapılarına daha çok bağlılık gösterir ve bilinç noktasında daha özgürdürler. Bu özgürlüğü de dışa vuracak aydınlara ihtiyaç vardır. Çünkü Aydın Şeriati’nin deyimiyle kendi insani durumunu tarihi yer ve zaman içinde kavrayan, toplumsal yerini ve durumunu idrak eden kimsedir. Aydın, toplumun ihtiyaçlarına göre konuşan, hareket eden ve toplumu tahakküm altından kurtaran kimsedir. Kürdistan da yaşayan Kürtler, ufak bir aydınlıkla karanlıktan çıkmaya daha çok meyillidirler bu yüzden de Kürdistan’ın kurtuluşu aydınların elindedir.

Şimdiye kadar karanlıktan çıkılmamasının sebebini de iki açıdan ele almak mümkün, birincisi; gelişmiş sanayi ülkelerinde zenginliğin aşırılığına ve eşitsizliğine başkaldıran entelektüellerin, Kürdistan da aynı sloganla bağırması. Yani makinalaşmanın ulaştığı aşırılıklara başkaldıranların, makinanın yokluğundan yakınanlara gelip makinanın gereksizliğinden bahsetmesidir. Bir ikincisi ise; birçok sömürgenin kurtuluş dinamizmini milliyetçiliğin oluşturmasıyla birlikte, Kürdistan da ne zaman ki bir milliyetçilik baş gösterse anında hümanizm nazariyesinin öne sürülmesidir.

Sonuç itibariyle Kürdistan da DİA’ların ve DBA’ların yanında toplumsal realiteye göre hareket edecek aydınların yokluğuyla da Kürtler kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkından mahrumdur ve şahsiyetsizleştirilmiş bir millet olma konumuna gelmiştir!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
9005 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:01:21:03
x