Memleket hasreti

"Uzun uzun susarak, şehirler arası yolculuklarda değişmez tutkumuza doğru yol alırız."

Arat Barış

16.11.2019, Cts | 17:25

Memleket hasreti
Makaleyi Paylaş

Yol boyunca bir hayal denizinde yüzer gider insan.

Asfalt yollarda akan beyaz şeritler, elektrik direkleri, direklerin tepesinde inceden bir çizgi gibi uzanan teller, bir gölge gibi belirip kaybolan kuşlar, yer yer karanlığa batıp ışıkta balkıyan manzara eşlik eder insana.

Memleket, çoğumuzun yaşadığı yer olmaktan çıktı artık. Yeşerdiğimiz yer oldu memleket.

Doğal olarak memlekete dönüşümüzle çocukluğumuza gideriz. Yolculuk süresince damağımızda tat bırakan, kimi tebessüm ettiren, kimi içimizi ezen anıları düşünür dururuz.

Toprakla özdeşleşen çocukluğumuzu esrik bir tat gibi hissederiz.

***

Küçük yaşamların, küçük hayallere el verdiği yerleşim yerleri olan köyler ise yerleşim birimi olmanın ötesinde çoktan birer hafıza merkezine dönüştü.

Sınırlı bir hayatınız, sınırlı sayıda tanıdıklarınız vardır köylerde. Küçük bir odada biriken kaygılar, yanan sobanın sıcağında mayışıp uykuya dalar.

Eksik olanın özlemine sıkıca sarılıp uyur insan.

Kışın kar biriktiren rüzgârlar, yazın tozu toprağa katarak küçük kırık camları döver. Bu kaosun içeriye yansıması dramatiktir.

Uzun kış gecelerinde büyülü bir masal havasında ıslıklı bir ezgiyle esen rüzgâr, sıcağın ve tozun güç kattığı yaz aylarında sevimsiz ve bunaltıcıdır.

***

İnsanlar kendilerine yeni yeni evler yapmışlar. Ev niyetine korunaklı mezarlar desek daha doğru olur.

Gösteriş, matah bir şey olsa gerek! Evlerde oturacak yer bulmak çok güç. Tıklım tıkış eşya dolu evlerinde murad ettikleri hayatı yaşıyorlar.

Japonlar'ın "minimalizm" akımına niçin kapıldıklarını evlerdeki bu iç karartan mobilya çöplüğüne bakınca daha iyi anlıyor insan.

Bir şeylerin değişeceği ihtimaline inandıktan sonra, değişen tek şeyin değişimin kendisi olduğunu görmek de hayli sarsıcı oluyor.

Estetikten yoksun yapılar, aşina olanlar için değil ama dışarıdan bakanlar için kötü mimarinin replikası gibi durmakta.

Tanıdık, bildik sokaklar, toprak damlı evler, köyün sokaklarında kıvrılan su arkları, boşlukları dolduran çocuk sesleri azala azala bir garip sessizliğe gömülmüş.

Uzun, uzak bir geçmiş gibi...

***
Neydi bizi oralardan koparan, bizi kendimize yabancı kılan, geçmişin hatıralarıyla hüzne boğan?

Bir iftiradan kaçar gibi bizi biz yapan değerlerden, o küçük, küçük ama korunaklı geçmişten kaçıyoruz.

Niçin kaçtığımızı bilmeden, anlamaya çalışmadan üstelik...

Aynalı pencerelerini rüzgârın dövdüğü odalarda uyumuyoruz artık. Isıyı temin etmek için ahırların bir avluyla evlere bağlandığı yapılar çoktan tarih oldu. Yaşayanların dahi hatırlamayacağı bir geçmişte kaldı.

Sokak oyunları özlem duyulan bir heves değil günümüzde. Oyun oynamayı unuttu çocuklar. O oyunlarla birlikte dillerini, rüyâları besleyen sevinçlerini de kaybettiler. Koştukça uzaklaşan, uzaklaştıkça belirsizleşen birer yanılsamadan ibaretler artık.

Duvar diplerinde eksik cümlelerle yerini bulan platonik sevdalardan eser yok. Aşk, sevgilinin gözlerinde beliren hasretti. O bildik mânâ şimdi anlamsızlaştı, konuşulmuyor bile. Üstünkörü bir sevişme molası oldu aşk.

Eski bayramlar, çocukların başucunda sabahı bekleyen bayramlıklar, müstehzi bir hatıra gibi sararmaya yüz tuttu.

Pür dikkat kulak verdiğimiz masallar çoktan geçmiş zaman melodisine dönüştü. Gaz lambasının, mum ışığının ılık bir aydınlık verdiği hayatlar titreyip küçülen gölgeler gibi silindi gitti.

Her yer aydınlık şimdi.

Ancak ortalık aydınlanırken mutluluğu karanlığa gömdük. Geçmiş sevdalar gibi mutluluk da adım adım uzaklaşarak silik bir nesneye dönüştü.

Çocukluğumuzu içine alan "eski zamanlar", hayatın doğal seyri içinde eskimiş olsa, bir süreç dahilinde geçmiş zaman ekine dönüşse, kimbilir belkide bu denli mutsuz olmazdık!

Gecenin karanlığına kendi iç aydınlığını yansıtarak ömür sürenlerin sevinci, soluklaşıp hüzne dönmezdi böylece.

***

Köylerdeki masalsı yaşamdan geriye; insanın kendisiyle yüzleşmesine olanak dahi sunmayan hüzünlü hatıralar kaldı.

Düğünler ve cenazeler dışında köylerde sükûneti bozan tek bir ses yok. Uluorta eşinen tavukların, sokakları aşındıran kedilerin boşluğu tırmalayan seslerini saymazsak eğer.

Vaktinden önce sıyrılıp gelen hava olayları bile bu sükûneti bozmaya yetmiyor.

Doğanın gücüyle bütünleşen sessizlik, insanların terkettikleri yerleri taşkın bir su gibi doldurup taşırmış.

İçten içe çoğalan, çoğaldıkça da insanı önüne alıp sürükleyen bir sessizlik bu.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
9698 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:00:52:19
x